Vakıf ın önemi

yorum yok
2.170 kez görüntülendi okuma
27 Ekim, 2014

images

VAKIF

Vakf, kelime olarak durdurmak manasına gelir. Istılah olarak, İmameyn’in tarifine göre, “Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Teala’nın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten müebbeden menetmektir” diye tarif edilmiştir. Bu tarif İslam fukahasının vakıf anlayışını ifade eder. Ancak herkesin istifadesine sunulan müessese manasında vakıf, insanlık kadar eskidir. Tarihî vesikalar, vakfın önce dinî olarak başladığını, sonradan insanî, medenî, içtimâî sahalara yayıldığını gösterir. İlk vakıfları, herkesin müştereken ibadet yaptığı mabedlerin teşkil ettiği söylenmektedir.

Vakıf İslam’la birlikte ayrı bir gelişme göstermiştir.
Hiçbir medeniyette vakıf müessesesi, İslam’da olduğu kadar gelişme ve cemiyete küllî hizmet kaydetmemiştir. Dinimiz vakfa ayrı bir kudsiyet atfetmiş, imkan sahiplerini vakıf yapmaya fevkalâde teşvik etmiş, vakıf yapacakların koyacakları şartları “şari’in hükmü” gibi addederek, istediği şartlarla vakıf yapma selahiyeti tanımış ve bu şartın kıyamete kadar değiştirilemeyeceği garantisini vermiştir.
İslam’da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamber (a.s) vermiştir. Rasulullah, önce Medine’de sahip olduğu yedi ayrı akarını, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşeni Allah yolunda vakıf buyurmuşlardır. Peygamberlerinden gördükleri bu güzel sünnete imkanları ölçüsünde uymaya çalışan ashabtan pek çoğu, kıymetli akarlarını vakfetmişlerdir. Hz.Cabir (r.a): “Muhacir ve Ensardan imkan sahibi olup da vakıfta bulunmayan tek kişi bilmiyorum” der.
Bu meyanda, Hz. Ömer (r.a)’in Hayber’de sahip olduğu “Kasm” adındaki pek kıymetli hurmalıkla ilgili vakfı bilhassa meşhur olmuştur. İslam’ın neşrine hizmet eden Daru’l-Erkam da bu vakıflar arasında yer alır.

İslam tarihinde vakıflar, çeşitli maksadlara hizmet eder:
Fakirleri himaye etmek, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak, yetimleri büyütmek, talebelere burs, iskan vs. temin etmek, işsizlere iş bulmak, çırak yetiştirmek, müflis ve borçlulara yardımcı olmak, bekârları evlendirmek, hayvanları himaye etmek vs. medrese, han, cami, çeşme, yol, köprü gibi ammenin menfaatine hizmet eden müesseseler kurmak, bunların ayakta kalmaları için gerekli masraflarını karşılamak gayesiyle de çok sayıda vakıflar kurulmuştur. Bu çeşit vakfın ilk örneğini hicrî 88 (miladî 706) yılında Velid Bin Abdülmelik vermiştir: Şam’da yaptırdığı meşhur Ümeyye Camii’nin masraflarını karşılamak üzere bir kısım köy ve mezrayı vakfetmiştir.
İçtimâî müesseselerin ihtiyaçlarını karşılamaya matuf bu çeşit vakıfların İslam tarihinde îfa ettiği hizmetin büyüklüğüne ayrıca işaret etmek gerekir. Zira, devletlerin dış ve iç gaileler sebebiyle maddeten zayıf ve yorgun düştükleri, memurlarının maaşlarını bile ödeyemeyecek hale geldikleri dönemlerde bile, bu müesseseler, vakıflar sayesinde sarsılmadan hizmetlerini yürütebilmişlerdir. Böylece ilmî hayat ve din hizmetleri en kritik, en fena şartlarda bile aksamadan devam edebilmiştir.
Günümüzde bilhassa egitim hizmetlerinin yürütülmesinde, devletimizin halkın katkılarını ısrarla teşvik etmeye başlaması, devlet-halk işbirliği ile ortaya konmaya başlayan kurumların bir teşvik unsuru olarak bilhassa propaganda edilip tanıtılması, vakfın öneminin anlaşılmasında oldukça manidar bir gelişmedir.

VAKIF DÜŞÜNCESİNİN TEMELLERİ
İnsan, ruhu gibi malını da korumak için üzerine titrer. Onun zâyi’ olmasını istemez. Musîbet ve kazaya karşı malın emniyete alınması fert için hayatî bir önemi haizdir. Bu açıdan bakılırsa vakıf, Allah’ın insana bir emaneti olan malı ebedî kılınması ve ister istemez sevk edilecek olduğumuz ahiret hayatına zahire (azık) gönderilmesidir.
“Vakf” uygulamasının İslâmiyetten önce de mabedlere bağışlar sûretinde tatbik edildiği ifade edilir. Ancak sistemli, belirli hukukî prensipler istikametinde teşekkülü, İslâm’dan sonradır. Kur’ân’da “vakf” ve eşanlamlısı “habs” kelimeleri geçmediği halde, kardeşlik, yardımlaşma, Allah emaneti olan mülkü O`nun rızası için sarf etme, mahlûkata şefkatle yardım ve muamele etmek gibi Kur’ânî emirler, malı vakfetme fikrinin esası kabul edilmiştir. Bu âyetlerden bir kaçı şu meâldedir:
مَن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُ أَجْرٌ كَرِيمٌ
“Allah’a güzel bir borç vermek isteyen kimdir? Allah onu kat kat arttırır. Rızkı daraltan da, arttıran da O’dur. Dönüş O’nadır.” (Hadid, 57/11)
يَمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ
“Allah faizin (bereketini) giderir, sadakaları ise artırır.” (Bakara,2/276)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ
وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.” (Bakara,2/254)

İslam’da vakfın gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır:
Malını vakfeden müslümanlar, başlangıçtan beri hep bu maksadı gütmüşler ve vakfiyelerinde bunu açık bir şekilde belirtmişlerdir. Halbuki, diğer dinlerde, yapılan hayratta genelde uhrevî mükâfata düşünülmemiş, dünyevî maksad, re’fet (acıma) hissi, insaniyet fikri de ön plana alınmıştır. Müslümanlıkta ise “takarrüb ilallah” tabirinden vecizeleştirilen “Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasını aramak” gayesi esas alınmış ve bu, İslamî manadaki vakfın sıhhat şartlarından biri addedilmiştir. Bu hususu, vakıf kurmak veya kurulmuş vakıflara bağışlarıyla yardım etmek isteyen müslümanların iyi bilmeleri gerekir.
İslam alimleri, ehemmiyetine binaen, vakfı tarif ederken bu manayı zihne getirecek tabire yer vermeye bilhassa itina göstermişlerdir: Zira genel kabul gören tarife göre, “Vakıf: Menfaati ibadullaha ait olmak üzere bir ayn`ı (malı) Cenab-ı Hakk’ın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten ilelebet hapsetmektir.” Tarifte görüldüğü üzere, müslümanların yaptığı vakıf tarih boyunca hep MALI ALLAH’IN KILMA manasını taşımıştır.

Atalarımızın, mallarını vakfederken bazı dünyevî maksadlar güttüğü şeklinde ileri sürülen iddialar tutarsız ve gerçeği aksettirmekten çok uzaktır.
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَىْءٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar hayra nâil olamazsınız ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkıyla bilir. (Al-i İmran, 3\92).
Şunu hemen belirtelim ki, İslam dünyasında mevcut her hayırlı müessesenin esas kaynağını Kur’an ve Sünnet teşkil eder. Vakıf müessesesinin kaynağı da böyledir. Rasulullah devriyle ilgili çok sayıda rivayet gösteriyor ki: “Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsiniz” ayeti indiği zaman, ashab çoğunlukla Hz. Peygamber (a.s)’e müracaat ederek en çok sevdikleri şeyleri Allah rızası için bağışladıklarını bildirmişlerdir. Bu bağışların bir kısmı sadaka, bir kısmı köle azadı şeklinde yapılırken, bir kısmı da vakıf şeklinde gerçekleşmiştir.
On dört asırdan beri Cenab-ı Hakk’ın: “Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra, sevaba erişemezsiniz” hitabı, mü’min vicdanları çınlatarak hayır keselerini açık tutmalarını sağlamış, kıyamete kadar da aynı inançlı gönüllerde yankı bulmaya, çınlamaya devam edecektir: Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra, sevaba ulaşamazsınız. Efendimiz (a.s):
[ مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يَسْتَتِرَ مِنَ النَّاِر وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ فَلْيَفْعَلْ].
7. (3266)- “Sizden kim, bir yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın” buyurmuştur.” [Buharî, Zekât 10, 9, Menâkıb 25, Edeb 34, Rikâk 49, 51, Tevhîd 24, 36; Müslim, Zekât 66-67, (1016); Nesâî, 63, (5, 74-75).]
[ قال رسول اللّه: السَّخِىُّ قَرِيبٌ مِنَ اللّهِ، قَرِيبٌ مِنَ النَّاسِ، قَرِيبٌ مِنَ الجَنَّةِ بَعِيدٌ منَ النَّارِ؛ وَالبَخِيلُ بَعِيدٌ مِنَ اللّهِ، بَعِيدٌ مِنَ النَّاسِ، بَعِيدٌ مِنَ الجَنَّةِ، قَرِيبٌ مِنَ النَّارِ؛ وَلَجَاهِلٌ سَخِىٌّ أحَبُّ إلى اللّهِ تَعالى مِنْ عَابِدٍ بَخِيلٍ].
1. (2174)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s) buyurdular ki: “Sehâvet sahibi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever.” [Tirmizî, Birr 40, (1962).]

SADAKA-İ CARİYE:
Allah rızası için, insanlara hizmet veren bir eser bırakmaktır.
Bu, ilimdir, ilmî müessesedir, yoldur, köprüdür, kütüphanedir, müessese kurarak, burs vererek yetiştirilmiş insandır, fedakârlıklara katlanarak hayırlı şekilde büyütülmüş evlattır. İşte Rasulullah’ın müjdesi; kendi kelamlarıyla:
[قَالَ رَسُولُ اللّهِ: إذَا مَاتَ الانْسَانُ انْقَطَعَ عَمَلُهُ إَّلا مِنْ ثلاَثٍ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ. ]
4. (5503)- Yine Ebu Hureyre anlatıyor: “Rasulullah (a.s) buyurdular ki:
“Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye (bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan).” [Müslim, Vasıyyet 14, (1631); Ebu Davud, Vesaya 10, (2880); Tirmizî, Ahkam 36, (1376); Nesâî, Vesaya 8, (6, 251).]
İslam alimleri çoklukla sadaka-i cariye ile vakfın kastedildiğini söylerler.
قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَتْبَعُ الْمَيِّتَ ثَلاثَةٌ: أهْلُهُ، وَمَالُهُ، وَعَمَلُهُ؛ فَيَرْجِعُ اثْنَانِ وَيَبْقى وَاحِدٌ. يَرْجِعُ أهْلُهُ، وَمَالُهُ؛ وَيَبْقَى عَمَلُهُ.
2. (5501)- Yine Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resulullah (a.s) buyurdular ki:
“Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.” [Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5, (2960); Tirmizî, Zühd 46, (2380).]

Ne mutlu o kimselere ki Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetlerin şükrünü eda ile ihtiyaçtan fazlasını hayır yollarına sarf ederler. Çünkü ahirette insana fayda verecek olan yalnız hayır ve hasenatıdır.

Kâmil odur ki, koya her yerde bir eser,
Eseri olmayanın yerinde yeller eser. (Hadimî)

Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey eseri,
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet semeri. (M. Akif Ersoy)

Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.
Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı.
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. (Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye Nasihat)

Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi.
Hele bana şöyle gele, şol göz yumup açmış gibi.
Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise.
Yarın anda karşı gele, hak şarabın içmiş gibi. (Yunus Emre)

Müslümanlardaki Yardımlaşma Ruhu:
وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ
“İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Muhakkak ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”(Maide, 5\2)

LAMBA KİMİN? Bir babanın emriyle, beş kardeşten biri lambanın şişesini, diğeri camını, üçüncüsü gazyağını, dördüncüsü fitilini alsa, beşincisi de kibrit getirip yaksa. Bu lamba kimindir?
Lambadan istifade edenler, lambanın sahibine dua etseler, dua ve teşekküre hepsi de hak sahibi değil midir? Evet Allah yolunda yapılan hayır işleri, vakıflar, müesseseler de böyledir. Biri düşünür, teşebbüsü başlatır. Diğer pek çokları yardımla müesseseyi kurarlar. Derken bir hizmet çarkı işlemeye başlar. Bir tuğla, bir civata ile de buna katkıda bulunan, niyetiyle o hayır fabrikasının manevî gelirine ortak olur. Hayır müesseselerine yardımın gerçek manası budur. Cenab-ı Hak, hayır yolunda verilen bir tuğla veya cıvatanın bir bina veya fabrikaya dönüşebileceğini, atılan bir tohumun bir harman mahsul olabileceğini şu ayetle haber verir:
مَثَلُ الَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فى سَبيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ
فى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, yedi başak bitiren, her başakta yüz dane bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah, ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2\261)

Sadaka Malı Eksiltmez:
الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً
مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur. (Fakir düşeceğinizi söyleyerek sadaka vermekten uzak durmanızı ister.) Ve size, çirkinliği ve hayasızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’d ediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/268)

Rasulullah (a.s) da başta vakıf olmak üzere, dine hizmet etmek, Allah rızasını aramak maksadıyla başlatılan teşebbüslerin desteklenmesini teşvik maksadıyla:
مَنْ بَنَى للّهِ مَسْجِداً وَلَوْ كَمَفْحَصِ قَطَاةٍ لِبَيْضِهَا بَنَى اللّه لَهُ بَيْتاً في الْجَنَّةِ ُ
“Kim Allah rızası için bir bağırtlak kuşunun yuvası kadar bir mescid inşa ederse, Allah onun için cennette bir köşk inşa eder” buyurmuştur.
(İ. Canan, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı, c.15, s.316)

Tek başına fitil, lamba olmayacağı gibi, kuş yuvası kadar mekan da tek başına mescid olamaz. Ama Allah’ın rızası niyetiyle yapılan, harmana atılan iman daneleriyle her şey olur. Hayır vakıflarını desteklemenin manası budur.

[ قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا نَقَصَ مَالٌ مِنْ صَدَقَةٍ،
وَمَا زَادَ اللّهُ عَبْدًا بِعَفْوٍ إِلا عِزًّا، وَلاَ تَوَاضَعَ عَبْدٌ للّهِ إِلا رَفَعَهُ اللّهُ].
12. (3271)- Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (a.s) buyurdular ki:
* “Mal sadaka ile eksilmez.”
* “Allah affı sebebiyle kulun izzetini artırır.”
* “Allah için mütevazî olan bir kimseyi Allah yüceltir.” [Müslim, Birr, 69 (2588); Tirmîzî, Birr 82, (2030); Muvatta, Sadaka 12, (2, 1000).]
[ أصَابَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ أرْضاً بِخَيْبَرَ فأتَى النّبيّ فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنّي أصَبْتُ أرْضاً بِخَيْبَرَ لَمْ أُصِبْ مَاًلا قَطُّ هُوَ أنْفَسُ عِنْدِي مِنْهُ فَمَا تَأمُرُنِي بِهِ؟ قَالَ: إنْ شِئْتَ حَبَّسْتَ أصْلَهَا وَتَصَدَّقْتَ بِهَا قَالَ: فَتَصَدَّقَ بِهَا عُمَرُ أنَّهُ يُبَاعُ أصْلُهَا، وَلاَ تُبَاعُ، وَلا تَوُرثُ وَلا تُوَهبُ. قَالَ: فَتَصَدَّقَ عُمَرُ في الْفُقَرَاءِ، وَفِي الْقُرْبَى، وَفِي الرِّقَابِ، وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ. زَاد في رواية: وَالضّيْفِ. َ جُنَاحَ عَلى مَنْ وَلِيَهَا أنْ يَأكُلُ مِنْهَا بِالْمَعْرُوفِ أوْ يُطْعِمَ صَدِيقاً غَيْرُ مُتَأثِّلٍ مَالاً ]
1. (5809)- İbn Ömer (r.a) anlatıyor: “Hz. Ömer (r.a) Hayber’de (ganimetten) bir arazi sahibi oldu. (Bunu tasadduk etmesini emreden bir rüyayı üst üste üç gün görmesi üzerine) Rasulullah (a.s)’a gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Ben Hayber’de bir tarlaya sahip oldum. Şimdiye kadar yanımda böylesine değerli bir arazim hiç olmadı. Bu tarla için bana ne emir buyurursunuz?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Dilersen onun aslını (Allah için) hapset ve [gelirini] tasadduk et!” buyurdular. Bunu üzerine Hz. Ömer (r.a) araziyi tasadduk etti ve aslının satılamayacağını ve satın alınamayacağını, varis olunamayacağını, hibe edilemeyeceğini söyledi.
Ravi der ki: “Ömer bu araziyi fakirlere, akrabalara, kölelere, Allah yolunda harcamalara ve yolculara bağışladı. -Bir rivayette misafirlere de denmiştir-. Onun işlerini üzerine alanın ondan maruf üzere yemesinde veya bir dostuna yedirmesinde bir beis yoktur, yeter ki, malı kendine sermaye yapmasın.” [Buharî, Şurût 19, Vesaya 28, İman 33; Müslim, Vasiyyet 15, (1632); Ebu Davud, Vesaya13 (2878); Tirmizî, Ahkam 36, (1375); Nesâî, Ahbas 1, (6, 230); İbnu Mace, Sadakat 4, (2396).]

AÇIKLAMA:
Hz. Ömer’in vakfettiği bu nefis arazi ganimet yoluyla kendisine intikal etmiş, ancak o yeni alımlarla normal hissesini genişletmiştir. Hz. Ömer araziyi vakfedince gelirinin, şartına uygun olarak tasarruf yetkisini kızı Hz. Hafsa’ya bırakır, ondan sonra da Ömer ailesinden büyüklere verilmesini belirtir. Bazı rivayetlere göre, bu vakfiyenin metni şöyledir:
“Emîru’l-mü’minîn, Allah’ın kölesi Ömer’in, Semğ adlı arazi hakkında yazdığı namedir. Bunun tedviri yaşadığı müddetçe Hafsa’yadır. Hafsa onun gelirini Allah’ın gösterdiği yerlere infak edecektir. Hafsa vefat edince (arazinin tedviri) onun ehlinden rey sahibi olan birine geçecektir.”
Hz. Ömer, üst üste üç gün gördüğü rüya üzerine bu değerli arazisini vakfetmeye karar verir. Rivayetler, rüyada onun Semğ’i tasadduk etme emrini aldığını belirtir. Şunu da belirtelim ki, Hz. Ömer’in vakfı sadece Semğ değildir. Değerce ondan geri kalmayan Sırma İbnü’l-Ekva arazisini de vakfetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel’in bir rivayetine göre:
اَوَّلُ صَدَقَةٍ اىْ مَوْقُوفَةٍ كَانَتْ فِي الإِسْلاَم صَدَقَةَ عُمَرَ
“İslam’da vakıf şeklinde yapılan ilk sadaka Hz. Ömer’in sadakasıdır.”
İbnu Hacer, “Cahiliye devrinde vakıf var mı, bilmiyoruz” der. İmam Şafii, vakfın Müslümanlara ait bir hususiyet olduğunu söylemiştir.

Bazı Vakıflar ve Faaliyetlerinden Örnekler:
Fatih Sultan Mehmet Han’ın 875 H. (1470 M.) tarihli vakfiyesinde:
• Yatağa düşmüş, evine doktor getirme imkânı olmayan hastalara, başvurmaları halinde doktor gönderilmesi,
• Hastanede ölenlerin cenaze masraflarını karşılamak üzere her gün beş akçenin bir fonda biriktirilmesi,
• İmarete gelen misafirler, görevliler tarafından güler yüzle karşılanıp, misafir olarak kalmak isterlerse, üç günden çok olmamak üzere misafir edilip, yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması,
• İmaretten, dul kalmış Saliha hanımlar için yemek verilip, namus ve iffetlerinin muhafaza edilmesi.

Sultan III. Murat Han’ın annesi Nurbanu Valide Sultan’ın 990 H. (1582 M.) tarihli vakfiyesinde:
• Hastanede görev yapacak hastabakıcı, temizlikçi, bekçi gibi görevlilerin yanında, hastalara namaz kıldırabilecek bir imam tayin edilmesi ve bu imama yardımcı olacak, namaz vakitlerinde hoş seda ile ezan okuyup insanları Allah’a ibadete çağıracak bir müezzin tayin edilmesi,
• Kendini bilmez kişilerin duvarları karalayıp, kirletmesini engellemek ve yapılan karalamaları silmek için bir görevli tayin edilmesi,
• Cuma, bayram ve mübarek gecelerde imarette her gün pişirilen yemeğe ilave olarak çeşidi bol yemekler pişirilip yoksullara dağıtılması ve yoksul-zengin ayırmaksızın imarete gelen misafirlere yedirilmesi.
Konya’da “Abdullah oğlu Şazibey Ağa Vakfı”nın 828 H. (1424 M.) tarihli vakfiyesinde:
Gelip giden Müslüman fakirlerin konaklama ihtiyacını karşılamak üzere, sofa, mutfak, odunluk, birçok oda ve avludan oluşan bir konak yaptırarak, yalnız Allah rızasını kazanmak ve ahirette sadakasının gölgesinde gölgelenmek niyetiyle vakfedilmesi, hayrat ve akarının bakım ve onarımına öncelik veren vakıf gelir fazlasından, söz konusu konağa gelip giden Müslüman fakirlerin ihtiyaçlarına kusursuz ve adaletli bir şekilde harcama yapılması,
Vakfedilen yerlerin bir seneden fazla bir müddetle kiraya verilmemesi, eğer ihtiyaç olursa bu sürenin en fazla üç yıla çıkarılması.
Konya’da “Karatay-i bin-i Abdullah Vakfı”nın 660 H. (1261 M.) tarihli vakfiyesinde:
• Vâkıf bu vakfiyesinde hasıl olan mahsulünden medreseye devam edenlerden sabah ve akşam Allah’ın kitabını okuyan 2 hafıza aylık 60 dirhem ki her birine 30 ar dirhem sarf olunması,
• Medrese bina edilen musluğa ve abdesthaneye bakan ve bunları yıkayıp temizleyen kimseye 30 dirhem sarf olunması,
• Medresede bina edilen musluğa ve abdesthaneye bakan ve bunları yıkayıp temizleyen kimseye 30 dirhem verilmesi.
Vakıf Yapılan Alanlardan Bazı Örnekler:
Cami, mektep, medrese, kütüphane, aşevi, kervansaray, hastane, esnaf loncaları, çeşme, kuyu, dükkan, misafirhane, yol, köprü, çamaşırhane, hela, han, hamam, iskele, deniz feneri, ok ve güreş alanları, borçlulara yardım, bekar fakirleri evlendirmek, fakir kızlara çehiz vermek, yoksullara odun, kömür, ve gıda yardımı yapmak, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kase ve kapların yerine yenisini almak, kuşlara yem parası ayırmak, hasta leyleklere bakmak, hapistekilere et ve karlı su vermek,baharda öğrencileri kır gezilerine götürmek, borçtan hapse düşenlerin borcunu ödemek, kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, askerleri teçhiz etmek, kış günü dağlarda aç kalan yırtıcı hayvanları beslemek…

Not: Bu metin hazırlanırken İbrahim Canan`ın Kütüb-ü Sitte 1.0 adlı CD`sinden istifade edilmiştir.


Bir önceki yazımda « makalem var.
babasultan

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?