İslami Kıssalar

yorum yok
1.097 kez görüntülendi okuma
15 Kasım, 2016

HANGİSİ AĞIR?
Şeyh Ebu’l-Vefa Hazretleri’ne, bir gün
– Şehrimize, şu kadar ağırlıktaki kaldıran, şu kadar ağır yük taşıyan
birisi geldi, diye bahsedilmişti.
Ebu’l-Vefa Hazretleri, bu sözü söyle talebelerine, şu mânidar
karşılığı verdiler:

– O ağır yükleri kaldırmak kolay, fakat şu abdest ibriğini
taşımak ondan çok daha zordur.

Gerçekten de bu söz, ibretli bir cevaptır. Ağır taş kaldırmada,
ağır yük taşımada nefsin hazzı vardır. “Ne güçlü, ne kuvvetli adam”
denilmesi, o kişiyilezzet ve zevk verir. Onun için, nefse kolay gelir.
Ama abdest ibriğini taşımakta, nefsin hazzı ve lezzeti yoktur.
Bilakis nefse muhalefet vardır. Bu yüzden de, o hafif ibrik, nefse,

o ağır yüklerden yüklerden daha zor ve ağır gelir.

HANGİSİ İYİ, HANGİSİ KÖTÜ ?

Ubeydullah-ı Ahrar anlatıyor:
– Bir gün, Mevlana Hamuş Hazretleri’nin huzuruna girmiştim.
Yanında bulunanlarla ilmi meseleleri konuşuyordu.
Ben de, mecliste bir yere oturmuş, hiç konuşmadan duruyordum.

Mevlana Hamuş, bana dönüp:
– Ne dersin, konuşmak mı daha iyidir, yoksa susmak mı, diye sordu.
Sonra da yine kendisi şu cevabı verdi:
– Bir kimse kendi varlığının kaydından geçmiş, yani nefsinden
kurtulmuşsa, ne yapsa iyidir. Kurtulamamışsa, ne yapsa kötüdür.
Bu yüzden, önce varlığını, nefsin elinden kurtarmak gerekir.

ÖNCE NEFSİNE NASİHAT…

Ebüssuud bin Ebu’l-Aşair, “Önce nefsime nasihat et” düstüruna
inanmıştı. Bu sebepten şöyle derdi:

– Nefsime nasihat etmeyen kimse, başkasına nasihat edemez.
Yine şöyle derdi:
– Kendini aldatan kimsenin, senin de aldatmasından kork.
Emin olma.
İstiğfar konusunda da şöyle derdi:
Allah Teâlâ’ya kusurumdan ötürü devamlı istiğfar ederim.
Hem de her ibadette. Sayısını mı soracaksınız? İşte
“Alıp verdiğim nefesler adedince…”

KİME KIZIYORSUN ?

Muhammed bin Şkik anlatıyor:
– Bir gün, çarşıya gidip annem için bir karpuz alıp getirdim. Annem,
karpuzu beğenmedi. Ben de ona:
– Anneciğim! Sen kime kızıyorsun?
Karpuzu satana mı, alana mı, yoksa yaratana mı?

Yemin ederim ki, onu yaratan, en güzel yaratıcıdır.
Onu alan ile satan ise, sana, senin için ezelde takdir edilmiş olanı
veriyorlar… dedim.

Bu sözleri dinleyen annem, halinden tevbe ve istiğfar eyledi…

“RIZKIM KESİLİR DİYE KORKMA”

Süfyan-ı Sevri Hz’leri, dünyalık elde etmek için, devlet adamlarına
yakın duran, onların hizmetlerine koşan birine, bu halden uzaklaşmasını,
dalkavukluğu terketmesini tavsiye etmişti. O kişi:

– O zaman ailemi nasıl geçindirim? diye sorunca, Süfyan-ı Sevri
şöyle buyurdu: – Sübhanallah!

Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ,
kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip kesecek?..

KOCAM RIZIK YİYİCİDİR, RIZIK VERİCİ DEĞİL..

Seleften bir zat, seyahata çıkmıştı. Komşuları onun bu yolculuğunu
yadırgadılar ve hanımına:
– Niçin kocan evden ayrılırken, sana nafaka bırakmadığı halde,
seyahata çıkmasına ses çıkarmıyorsun? dediler.

Kadın cevap verdi:
– Ben kocamı tanıdım tanıyalı, onu rızık yiyici olarak gördüm;
rezzak yani rızık verici olarak görmedim.
Dolayısıyla evden rızık yiyici gidiyor, rızık verici ise bâki…

BİR KESE ALTIN

Süfyan-ı Sevri Hz.’leri son anlarını yaşıyordu.
Yastığının altından bir kese çıkardı. İçinde altınlar vardı.
Yanındaki dostlarına, “Bunu sadaka olarak dağıtın” buyurdu.

Dostları bu hali hayretle karşıladılar. “Allah Allah! Süfyan-ı Sevri
dünya malına ehemmiyet vermez, yanında dünyalık bulundurmazdı.
Bu kadar altını saklamasının sebebi ne ola ki?” diye birbirlerine
sordular. Süfyan, onların şaşkınlığını görünce, durumu şöyle izah etti:

“- Bu altın ile, ben, dinimi korudum. Şeytanımı ve nefsimi susturdum.
Nefis ve şeytan, ne zaman bana “Giyecek bir şeyin yok. Bunlar için
dünyaya çalış, dünyalık kazan” diye vesvese vermeye çalışsalar,
onlara bu altınları gösterir, başımdan kovardım. Bu altınları onlara
karşı silah olarak kullandım.”
Altınlar dağıtıldıktan sonra, Süfyan-ı Sevri de vefat etti.

“SADAKAM OLSUN !”

Rebi bin Heysem, hiç kimseye beddua etmezdi.
O, başına gelen herşeyi Rabbinden bilir; sabır ve tevekkülle karşılardı.
Bir gün Namaz kılarken 20’000 dirhem değerindeki atının çalındığını
gördü. Fakat ne Namazı bozdu, ne de üzüldü. Yanında bulunanlar:
– Yazık oldu atına, diye hayıflanırken, o ise;
– Atın yularını çözerken, çalan adamı gördüm, dedi. Çevresindekilerin:
– Öyleyse, neden mani olmadın? sualine ise, şu cevabı verdi:
– Atımdan daha sevimli bir şey ile, yani Namaz kılmakla meşguldüm.
Onu bozamazdım.
Yanındakiler, hırsıza beduaya başlayınca, Rebi bin Heysem,
onlara mani oldu ve şöyle buyurdu:

– Hayır beddua etmeyin. Ben atımı, ona hediye ettim. Sadakam olsun!..

HAYIRLISI BÖYLE İMİŞ

Bir gün, Hz. Ömer, çok sevdiği kardeşi Zeyd’in katili ile karşılaşır.
Göz göze geldiği, Ebu Meryem’e sorar:
– Zeyd’i sen mi öldürdün ?
Olaydan sonra İslam’a girip hidayete ermiş olan Ebu Meryem;
– Evet, ama birazcık beni dinle, diyerek şu değerlendirmeyi yapar;
Allah iyi ki benim elimle Zeyd’e şehitlik rütbesi verdi.
İyi ki onun eliyle beni cehenneme göndermedi.
Sonra maksadını şöyle izah eder:
– Şayet Zeyd, orada beni öldürseydi, benim bir müşrik olarak ölmeme,
ahirete imansız girmeme sebep olacaktı. Bundan kendisine de bir
fayda gelmiyecekti.

Halbuki, benim onu öldürmemle, Allah, benim elimle ona şehitlik
rütbesi verdi. Bana da, daha sonra iman nasip etmekle, müşrik olarak
ölmek azabından kurtardı.
Böylece hem Zeyd kazandı, hem ben kazandım.

– Evet, der, bu değerlendirme gerçeğin ta kendisidir.
Demek hayırlısı böyleymiş…

AF, İZZET GETİRİR

İbn-i Abbas’tan:
– Kişi bir haksızlığı affettiğinde, muhakkak, Allah onun izzetini artırır.

***
Ebu Abdullah İkrime şöyle demiştir:
Allah Teâlâ, Yusuf /as)’a buyurdu ki: “Kardeşlerini affetmeden
dolayı, senin adını dillere destan eyleyim.”

“ÇOCUKLARIN BÜYÜDÜLER Mİ?”

Ziyaeddin Gümüşhanevi Hz’leri, Allah’ın izni ile müridlerinin
kalplerinden geçenleri bilir, onların düşünce ve niyetlerini de düzeltir,
terbiye ederdi.
Bir gün dergahta hizmet edenlerden birisi, kalbinden:
– Evlenseydim, mutlaka bir kaç evladım olurdu, diye geçirmişti.
Ziyaeddin Gümüşhanevi Hz’leri, onu görünce, tebessüm ederek:
– Çocukların büyüdüler mi ? diye sormuştu.

HİKMET MÜ’MİNİN YİTİĞİDİR

Bir gün, yolda bir gayr’i müslim, Şakik-ı Belhi’ye güzel bir söz söyledi.
Şakik, hemen yanındakilere, “Bu sözü bir yere kaydediniz.
Yerinde ve doğru bir sözdür” buyurdu.
Gayr-i müslim
“- Nasıl olur, senin gibi yüksek bir zat, benim gibi birinin söylediği
söze değer verir, kaydeder mi ?” diye hayretle sordu.
Şakik şu cevabı verdi:
– Evet, biz kim olursa olsun, doğruyu söyleyen, hakkı dile getiren
kimsenin sözünü alır, kabul ederiz. Zira Peygamber
“Hikmet mü’minin yitik malıdır. Nerede bulursa alsın” emretmiştir…

Gayr-i müslim; bu sözler karşısında iyice hayrette kalarak, İslam dinine
meyli arttı. Şakık’a:
– Senin dinin hak dinidir. Tevazu ve hakperestliği emretmektedir.
Bana İslam’ı anlat, ben de Müslüman olacağım, dedi. Gerçekten de,
o zat daha sonra, Şakık’ı Belhi’nin en kıymetli talebelerinden biri oldu.

ONLARI DA ALIŞTIRDIM

Elmalı merhum, uzun süren inziva yıllarında çok değerli ilmi çalışmalar
yapmış, bu arada çok sigara içer olmuştu.

Böyle odasının sigara dumanlarıyla dolu olduğu bir gün, bir grup dostu
ziyaretine gelir. İçlerinde bulunan bir hoca dayanamayıp:

– Efendim, siz mübarek ve mukaddes bir meşguliyet
içindesiniz. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmektesiniz. Ruhaniler ve
melekler burada olmak isterler, ama, bu dumanlar…” derken,
Elmalı, merhum, hemen söze girerek hazır cevaplılığını gösteren şu
karşılığı verir:
– Hoca Efendi, merak etmeyiniz, onları da alıştırdım…

MÜRİD YOK, ŞEYH ÇOK

Ubeydullah-ı Ahrar’dan:
– Söz söylemek, dilin gönülle, gönülün de Hak ile olduğu zaman
makbul olur.
– Bizim yolumuzda, el, helâl kârda; gönül ise Hakiki Yâ’dadır.
– Bir âlim, büyüklerden birine, haber gönderip:
“Burada mürid olacak vasıflı insan azdır; sizin orada bu vasfı taşıyan
kimseler varsa, bize gönderiniz!” demişti.
Bu haberi alan büyük zat, bir mektup yazarak şöyle cevap vermiştir:

– Bahsettiğiniz vasıfta insanlar maalesef, bizim burada da yoktur.
Eğer şeyh isterseniz, istediğiniz kadar gönderelim!..

HALKA HİZMET YOLU

Ubeydullah-ı Ahrar Hz’leri, bütün ömrü boyunca, tanıdıklarına ve
tanımadıklarına, dost-düşman herkese, yardım ve şefkat elini uzatmıştı.
Hiç kimseyi ayırdetmeden yaptığı iyilikler ve hizmetler, dilden dile
dolaşırdı. O, bu halin sebebini şöyle anlatırdı:

– Ben bu makamı, halka hizmetle elde ettim. Herkesi, Hakka, bir
yoldan götürürler. Bizi de, halka hizmet yolundan götürdüler.


Bir önceki yazımda « makalem var.
ViRaNe

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?