Misyonerdim KUR’ÂN Büyüyü Bozdu

Misyonerdim KUR’ÂN Büyüyü Bozdu…
Altınoluk, Mart 2004
Adım Musa. Ben bir Hristiyandım. Protestan/Evanjelik kilisesine bağlıydım. Bu mezhepte amaç İncil’i kelime kelime tatbik etmektir. Burada çok aktiftim. Aktif olduğum için kısa zamanda bir çok görev almaya başladım.
—Daha önce Hristiyanlıkla ilgili eğitim aldınız mı? Bizdeki Kur’an Kursu ya da İmam-Hatip benzeri bir eğitim var mıydı?
Çocukluğumdan başlayacak olursam, dinsiz bir ailede yetiştim. Annem ile babam inançsızlardı. Ama beni serbest bıraktılar. İstediğim yere gidip gelebiliyordum. Zaman zaman tavsiyelerde bulunuyorlar, bana yardımcı oluyorlardı. Yani ailem bu konuda iyiydi; onlara diyeceğim birşey yok. İlk zamanlar Katolikliğe meylim oldu. Bu dönemde çokça seyahat etmeye başladım. Sonra Protestanlığı tanıdım. Bu mezhebin anlayışı beni daha çok sarmaya başladı. Aradığım sorulara cevap bulduğumu hissettim. İçimde sürekli bir arayış vardı. Günlük hayat beni tatmin etmiyordu. Doğruyu bulmaya çalışıyordum.
—Doğruyu aramaktan ne anlıyorsunuz?
Gençliğimden beri bu dünyanın boşuna yaratılmadığını düşünürdüm. Astronomiye çok meraklıydım. Teleskopla gök cisimlerine bakar, araştırır ve düşünürdüm. Sonunda bütün bunların boşuna yaratılmadığı kanaatine vardım. 10 yaşlarında iken bende dine yönelik bir ilgi oluştu. Ama bir taraftan da dünyadaki savaşlara, fakir insanlara ve eşitsizliklere bakar, dünyadaki adaleti sorgulardım. 15 yaşında annem ile babam ayrıldı. Bu benim için çok zor oldu. Liseyi bırakmak zorunda kaldım ve çalışmaya başladım. Askerlikten sonra sürekli seyahat etmeye başladım ve doğruyu aramaya giriştim.
—Nerelere gittiniz?
Avrupa’da dolaştım. Yunanistan’da iki sene kaldım. Bir müddet Türkiye’de (İpsala) bulundum. Lübnan ve Kıbrıs’a gittim. Bu şekilde 5 sene seyahat ettim. Kendime göre bir takım araştırmalar yaptım. Ama Fransa’ya döndüğümde hala doğruyu bulamamıştım. Fransa’nın kuzey bölgesinde Allah’ı tesbih eden, ilahiler söyleyen bir Hristiyan grubun olduğunu duydum. Bu, ilgimi çekti ve oraya gittim. O zamanlar zor durumdaydım ve ilgiye muhtaçtım. Bunlar beni kabullendiler ve içlerine aldılar. İsa’nın benim için kurtuluş olduğunu ve aradığım doğrunun o olduğunu söylediler. Verdikleri İncil’i okudum. Aldığım cevaplar beni o zaman tatmin etti. Kiliselerine girerek Protestan oldum. Bu kilisede kendimi geliştirdim. Buraya kendimi vakfettim. Sonra bu kadar zamandır aradığım gerçeği başkalarına da iletmem gerektiğine inandım. İncil’in Allah kelamı olduğuna ve diğer insanlara huzur getireceğine inanıyordum. Bu yüzden bu kitabı onlara taşımalıydım.
—Bu grubun ismi neydi?
Evanjelik Baptist Kilisesi. Bu kilise içerisindeki bir grupta iki sene bulundum ama sonra tebliğ yönü daha ağır basan, misyonerlik faaliyetleri fazla olan farklı bir gruba dahil oldum. O zamanki inancım şuydu: Adem aleyhisselam’ın günahından her insan bir hisse almıştır. Bu günahtan ancak İsa aleyhisselam’a inanan, onu yegane kurtarıcı görenler kurtulabilir. İnsanların bütün dertlerine ancak bu inanç deva olabilirdi. Beş-altı sene geçtikten sonra bu davaya misyoner olarak daha iyi hizmet edebileceğime inanmaya başladım. Kilisenin papazına müracaat ederek bu isteğimi ilettim ve oradaki ilahiyata kaydoldum. Bir taraftan kilisedeki vazifelerime devam ediyor, bir taraftan da eğitim görüyordum. Bir müddet sonra papazın yardımcısı oldum. Ona hem kilisedeki işlerinde, hem de misyonerlik işlerinde yardımcı oluyordum. Evliydim; bir tane de çocuğum vardı. Ailem de bu işlere kendisini adamış birisiydi.
Sorgulama Başlıyor
—Nasıl müslüman oldunuz?
Çarşıda tebliğ yaptığım bir tezgahım vardı. Bu tezgahı açıyor, üzerine İncil ve diğer kitapları diziyor, insanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Tezgahıma yaklaşanlara İncil’den okumaya veya anlatmaya başlıyordum.
—Hangi şehirde?
Saint Etienne. Bu işi her Cumartesi yapıyordum. Yaklaşık bir sene kadar sonra yine bir Cumartesi tezgahın başında dururken bir Müslüman geldi. Beni dinledi ve sonra şunu söyledi: ‘Sen bana dinini anlattın. Peki benim dinimi biliyor musun sen? Merak edip bir camiye gittin mi? Hiç Kur’an’a göz attın mı? Eğer sen başkasının dinini bilmiyorsan nasıl doğruyu tebliğ ettiğine inanabilirsin ki? Doğruyu bulmak ancak mukayese ile olur.’ O zaman bu uyarıyı çok fazla dikkate almamıştım. Sonra düşünmeye başladım. Söyledikleri doğruydu. Müslümanlığı öğrenmeliydim. İçimde, gidip Müslüman ülkelerde misyonerlik faaliyeti yapmak isteği uyandı.
O zamanlar İslam’a karşı düşüncelerim hiç iyi değildi. Bağlı olduğum kilisede İslam çok kötülenirdi. Buna rağmen camiye gitmeye ve Kur’an okumaya karar verdim. Kendime Afrika’dan Nijer’i seçtim. Burada hem Müslümanlar vardı, hem de halkı Fransızca konuşuyordu. Kur’an’ı okuyup yanlışlarını bulacak, sonra gidip buradaki halka mukayeseli bir biçimde doğruları anlatacaktım. Yaptığım araştırmaların ve bilgilenmelerimin beni bu yönde güçlendirdiğine inanıyordum. O zamanlar İncil’in tek ve doğru Allah kelamı olduğuna yönelik şüphem yoktu.
Önce bir camiye gittim. Amacım, “camiye gittim, orada yapılan ibadeti gördüm” diyebilmekti. Camiye her giren bana selam veriyor, ben de onlara garip garip bakıyordum. Arkada yapılan ibadeti takip ettim. Bu arada Kur’an alıp okumam gerektiğini düşündüm. Kur’an’ı nereden temin edeceğimi imama sordum. Hristiyan olduğumu söyledim. İmam herhalde Müslüman olacağımı düşündü ve bana Fransızca Arapça bir Kur’an hediye etti. Kur’an’la eve döndüm ve niyetimi eşime anlattım. Eşimin tepkisi “senin için iyi ise bu şekilde devam et” şeklinde oldu.
İlk Günah Kafamı Karıştırıyor
Araştırmalarıma devam ederken bir taraftan da Kur’an okumaya başladım. Beni ilk düşünceye sevkeden ayet Allah’ın Adem aleyhisselam’ı affettiğini söylediği ayet oldu. Allah ilk günahı affetmişti. İncil’de ise bu söylenmiyor, Adem aleyhisselam’ın günahının, insanlığı günaha sürüklediği söyleniyordu. Ayetlerin mealinin yanında açıklamalar da vardı. Oradaki açıklamada Adem aleyhisselam’ın affedildiği ve peygamberlikle görevlendirdiği anlatılıyordu. Orada okumayı bıraktım ve düşünmeye başladım. İlk günahı affeden Allah çok merhamet sahibi ve affedici olmalıydı. Halbuki Yeni Ahit’te bir kişinin günahı herkese mal ediliyordu. Merhametli bir Allah nasıl olur da bir kişinin günahını herkese mal edebilirdi? Sevgi ve merhamet sahibi bir yaratıcının affetmesi gerektiğini düşündüm. Bu beni derinden sarstı ve burada Kur’an’a hak verdim. Bu, Eski Ahit’in yani Tevrat’ın ‘Baba oğulun günahını taşımaz; oğul da babanın günahını taşımaz. Herkes kendi günahını kendi yüklenir’ şeklindeki sözü ile paraleldi. Kur’an ile Tevrat bu konuda birleşiyordu. İncillerde ise Adem aleyhisselam’ın günahı tüm insanlığa mal ediliyordu. Hadi İsa aleyhisselam bu ilk günahı temizledi diyelim, İsa’ya gelinceye kadar aradan geçen 5 bin sene içerisindeki insanların durumu ne olacaktı? Bu soru hayatımı alt üst etti. İçimde bir merak ve daha çok bilme isteği uyandı.
…ve Tevhid
Kur’an okumaya devam ettim ama bir taraftan da İncil’le karşılaştırıyordum. Karşılaştırma işine İbranice, Yunanca ve Arapça olan başka metinler de ekledim. İbranice metinlerde geçen ‘Ahad’ kelimesinin Kur’an’da da geçtiğini gördüm. Kelimenin etimolojik kökü aynı: Eşsiz, benzersiz, tek anlamına geliyor. Ayrıca Allah’ın kendi kendine yeten bir varlık olduğunu ifade ediyor. Bu, Hristiyanlıktaki düşünceye tamamen zıt idi. Burada da Allah tektir denir ama teslis inancı vardır ve Tanrı üç kısımda incelenir. Bu noktada İsa aleyhisselam’ın Allah olup olmayacağı sorusunu sormaya başladım. Kur’an, Allah’a eş koşanlardan bahsediyor ve onları azapla tehdit ediyordu. Hristiyanlara Allah’ı üçlememelerini söylüyor ve şirkin en büyük günah olduğunu ifade ediyordu.
Hz. İsa Gerçekte Neydi?
Dört İncil’i eleştirel bir okumaya tabi tuttum. Acaba burada Hz. İsa kendisini ilah olarak kabul ediyor muydu? Hiçbirisinde kendisini ilah olarak takdim etmiyor, sadece peygamber olduğunu söylüyordu. Bununla ilgili iki örnek vereyim. Matta İncili’nde Hz. İsa’nın çölde şeytan tarafından aldatılmaya çalıştığı bir sahne anlatılır. Burada kırk gün oruç tuttuğu anlatılır ve artık açlığının had safhaya vardığı bir andan bahsedilir. (Bu arada bir ilah nasıl acıkır, bu da kafama takıldı) Şeytan ona gelerek, kendisine dünyada herşeyin verildiğini, eğer Hz. İsa kendisini tesbih ederse ona istediğini verebileceğini söyler. Hz. İsa’nın burada şeytana verdiği cevabı Tevrat’tan öğreniyoruz: “Ben ancak Allah’a tesbih eder ve ona ibadet ederim.” Eğer bir ilah olsaydı böyle cevap verir miydi?
İkinci örnek de şu. Hz. İsa tebliğ görevinde çok gayretliydi. Durmadan dolaşıyor, insanlara birşeyler anlatıyor, onlara yardımcı oluyor, hastalıklarını tedavi ediyordu. Metinlerde gündüz bu işlerle meşgul olduğu, akşamları ise dağa çekilip ibadet ettiği yazıyordu. Bu da bir ilahın değil insanın davranışı idi. Daha bunun gibi bir çok örnek var. Bu aklıma takılan çelişkiler Kur’an’da mevcut değildi. Kur’an, Hz. İsa’yı sadece peygamber ve mübelliğ olarak tanıtıyordu. Kur’an’ı okumaya başladıktan sonra bütün görüşlerim alt üst olmuştu. Ama daha tam hazır değildim. ‘Herhalde şeytan beni kandırmaya çalışıyor’ dedim. Hala İncil’in tek Allah kelamı olduğunu düşünüyordum; Kur’an’ı kabul edemezdim. Hayatım normal seyrinde akmaya devam etti. Ama okumaya ve araştırmaya da devam ettim.
Pavlos Ukdesi
Özellikle Pavlos’un çalışmalarına yoğunlaştım. Pavlos, Hristiyanlara zulmeden bir Yahudi iken din değiştiren birisiydi. Şam’a at üzerinde girerken bir ışık görüyor ve attan düşüyor. Işıktan ‘Pavlos bana niye kötülük yapıyorsun?’ diye bir ses geliyor. Pavlos ‘Sen de kimsin?’ deyince ‘Ben, İsa’yım’ cevabını alıyor. Ondan sonra Pavlos Hristiyan oluyor. Pavlos’un öğrettiği Hristiyanlıkta hep Hz İsa figürü ön plandadır. Zamanla kendi inancımın aslında Pavlos’un öğrettiği inanç olduğunu anlamaya başladım. Bu inanç, Tevrat’ın ve İncil’in öğrettiği esas inanca ters düşüyordu. Rahim ve gafur olan Allah Pavlos’la beraber fikir mi değiştirmişti ki biz onun öğrettiği gibi inanıyorduk? İncil’deki İsa aleyhisselam’la Pavlos’un öğrettiği İsa arasında fark vardı. Bunu anladıktan sonra gün be gün daha çok Müslümanlığa yaklaştığımı, Hristiyanlıktan uzaklaştığımı hissettim. Ama bir taraftan da günlük hayatıma ve vazifelerime devam ediyordum. Bu tam iki sene sürdü.
Ve Bir Pazar Günü
Bir Pazar günü Kilise’de ayin sırasında koroya ilahi söyletiyordum. İlahi teslisle alakalı idi. O esnada çok güçlü bir şekilde İslam’a çağrıldığımı hissettim. Eve döndüğümde kalbimin ‘Allah Allah’ diye attığını hissediyordum. O hal içerisinde bir elime Kur’an’ı bir elime de İncil’i aldım: ‘Rabbim kitabın hangisi ise bana göster’ diye Allah’a dua ettim. Misyoner olarak bir Müslüman ülkeye gitmek üzere tüm hazırlıklarımı bitirmiştim. Eğer Müslüman olursam büyük bir bedel ödeyeceğimin farkına vardım. Herşeyimi kaybedecektim. O anda hamdolsun Allah yardım etti. Kalbim Kur’an’a aktı ve Müslüman olmaya karar verdim. Ne olursa olsun o bedeli ödemeye karar verdim.
Bir Müslüman derneğe gittim. İmama tüm hikayemi anlattım. Çok şaşırdı. Sonra abdest aldım, şehadet getirdim ve ismimi seçtim. Dernekteki yirmiye yakın Müslüman beni gözyaşları içerisinde tebrik ettiler. Bir kardeş ‘Allah birisini sevince onun kalbini İslam’a açar’ dedi. Çok sevindim. Yeniden dünyaya gelmiş gibi oldum.
Eşimin Feveranı
Eve döndüğümde eşime herşeyi anlattım. Bana bağırmaya başladı. ‘Şeytan evimize girdi’ diyor, şeytanın benim içime girdiğini iddia ediyordu. Hemen telefonla papazı aradı ve ona ‘Eşim çıldırdı, Müslüman oldu’ dedi. Papaz benimle konuşmak istedi. Ona da ne olup bittiğini anlattım. ‘Bir problemin varsa benimle konuşman gerekirdi; hemen konuşmamız lazım’ dedi. Kararımın kesin olduğunu ve bilinçli olarak İslam’ı seçtiğimi söyledim. Daha sonraki günler daha sert tepkilerle karşılaştım. İki yüzlülük yaptığımı, hatta delirdiğimi ve psikiyatra gitmem gerektiğini söylediler. Halbuki bunlar doğru değildi. Ben kötü bir niyetle işe başlamıştım ama Allah niyetimi hayra tebdil etmişti. O merhametli olmasaydı bu nasıl olurdu?
Benim için bir problem yoktu ama eşim artık birlikte yaşayamayacağımızı ve boşanmak istediğini söyledi. “Burası İsa’nın evi, şeytanı istemiyorum” dedi.
—Tek çocuğunuz mu vardı?
Evet. Eşim tüm eşyalarımı kapı önüne koydu. Yeni doğan bir bebek gibi kapı önünde kalakaldım.
—Eşinizin Müslüman olacağına dair bir ümidiniz var mıydı?
Eşimin tepkisi çok sert oldu. Sabah namazını kılmamam için benden erken kalkar ve banyoyu meşgul ederdi. Ona neden Müslüman olduğumu anlatmaya çalıştım. Pavlos’tan bahsettim. İhtida edişimin bir tefekkür sonucu olduğunu anlatmaya gayret ettim. Ama beni hiç dikkate almadı. Üzülerek boşanmak zorunda kaldım. Allah’ın benim için tayin ettiği yolda yürümek benim için daha önemliydi. O günden beri Allah’a kulluk yapmaya ve Müslüman kardeşlerime hizmet etmeye gayret ediyorum. Takva ehli bir Müslüman hanımla evliyim. Üç çocuğumuz var.
—İslam’la tanışalı kaç sene oldu?
7 sene.
Tasavvufla Tanışma
—Tasavvufi bir dünya ile tanışmanız nasıl oldu?
Müslümanlığa girişimden beri tasavvuf benim için yabancı değildi. Hatta baştan beri aradığım bir yoldu diyebilirim. Aslında çevremde böyle bir insan grubu yoktu. Daha çok Araplarla ve Tebliğ Cemaati mensupları ile beraberdim. Ben kendi kendime takva yoluna girmeyi arzuladım. Teorik olarak tasavvufun İslam’ın kalbi olduğunu düşünüyordum. Gazali’den okumalarım oldu. Orada aradığımı buldum. Kitaplar benim için çok yardımcı oldu. İslam’ın bir özünün olduğunu gördüm. Bu öz tasavvuf sayesinde harekete geçiyor. Ben de bunu kitaplardan okuyor ama bir türlü pratiğe geçiremiyordum. Bir sene önce bir tasavvuf ehli olan Muhammed İsa ile tanıştım. Eşlerimiz daha önceden tanışıyorlardı.
—Muhammed İsa’da ne buldunuz?
Davranışları, Allah’a olan itimat ve muhabbeti beni çok etkiledi. Gözleri Allah sevgisi ile parlıyordu.
—Bu davranışların nereden kaynaklandığına dair bir ön bilginiz var mıydı? Tasavvuf hakkında lehte ya da aleyhte ne duymuştunuz?
Etrafımdan çok marjinal bir yol olduğunu duymuştum. Tasavvufun İslam’ın ihsan boyutu olduğunu, kendi içinde tutarlı olduğunu biliyordum ama niye bu kadar karşı olunduğunu anlamıyordum. Tasavvuftan her söz açmak istediğimde konuşmak istemezlerdi. Ehl-i tasavvufun kendilerini diğer insanlardan üstün gördüklerini ve ibadet etme gereği bile duymadıklarını söylerlerdi.
Ama okuduğum kitaplarda tasavvuf ehlinin hem Allah’a yakın, hem de insanlara yakın, yani onlara hizmet eden insanlar olduklarını görmüştüm.
Hristiyan Dünyasına İslam’ı
Nasıl Anlatmalı?
Hristiyan dünyasında İslam’ı nasıl anlatmalı ki arayış içerisindeki insanlara daha kolay ulaşılabilsin?
Tasavvufla. İslam’la ilgilenen Fransızların daha çok İslam’ın tasavvuf boyutu ilgilerini çekiyor.
—Neden tasavvuf?
Manevi bir boşluk olduğu için. Kalpten gelen kalbe gidiyor. Fıtratları icabı insanlar inanç arayışı içerisindeler. Şu an Avrupa bir tüketim çılgınlığına kapılmış durumda. Huzur maddede aranıyor. Tüm ilahi metinlerde ise huzurun ancak Allah’ta olduğu anlatılır. Fıtrat Allah’ı arıyor. Fransızca’da bir atasözü vardır. ‘Git fıtratını at o gelir seni bulur’ denir. Bu konuda bir örnek vereyim. Biliyorsunuz 1989’da komünizm yıkıldı. Doğu bloku ülkelerinde bir inanç boşluğu doğdu. Bu boşluktan istifade eden çeşitli inanç grupları bu ülkelere akın ettiler. Çünkü buradaki boşluk maddi bir boşluk değil, manevi bir boşluk idi. Fransa’da da, maddi bir refah olsa da bu tür bir boşluk olduğunu düşünüyorum Uyuşturucu çok yaygın, gençler arasında intihar seviyesi yüksek. Din ise dışlanıyor.
—Avrupa’da Hristiyanlık dahil tüm dinler dışlanıyor. İslam diğer dinlerin yanında nasıl bir fark ortaya koyabilir? Bu dışlanmadan nasıl korunabilir? ‘Ben senin tanıdığın din değilim. Farklıyım’ diyebilir mi?
Dine karşı genel bir tavır olduğu için İslam zaten baştan kaybediyor. İslam’ın Fransa tarihinde özel bir yeri var. Sömürgelerinin çoğu Müslüman ülkelerdi. O yüzden Müslümanlar hep öteki olarak görülür. Amerika’daki yerli halktan farkları yoktur. Fransız bile olsalar ikinci sınıf olarak görülüyorlar. Tabii laiklik uygulamasının da bir etkisi var bunda.
—İslam’ın Fransız toplumuna anlatılma şansı çok mu sınırlı?
Hayata yansıyan güzel ahlak ve davranış gerekiyor. Orada yaşayan beş milyon Müslümanın hayatındaki güzelliklerin artması bunu belirleyecek. Adı Müslüman olan insanların davranışları olumsuz etkiliyor. Fransız hükümeti İslam toplumu ile iletişim kurabilmek için bir konsey oluşturdu. Bu konseyin içinde bile Müslümanlar henüz anlaşamıyorlar. Aynen sömürgeci dönemde olduğu gibi hükümet Müslüman idarecileri tayin ediyor. İslam’a karşı genel bir çıkış söz konusu olmaz. Ama medya da İslam’ı kötü gösteriyor.
—Birkaç madde halinde Fransa dahil Avrupa’daki Müslümanların genel problemlerini sıralayabilir misiniz?
Birincisi kötü imaj problemidir. Bazı Müslümanların araba yakma gibi aşırı davranışları buna hizmet ediyor. Tabii bunda Müslümanların ikinci sınıf olarak görülmelerinin etkisi büyük. Mesela bir sitede ev kiralamak istiyorsunuz, adınız Müslümansa orayı kiralamanız zor. Sizi ayırıp, şehrin dışına, varoşlara atıyorlar. Öyle olunca da tepkiler doğuyor.
—Fransa’da doğru İslam’ı anlatmak için bir çalışma yapmak gerekiyor, öyle mi?
Evet. Mesela tasavvuf hep akademik çevrelerde kalmış, halka inememiştir.
Müslümanların Problemi
Varoşlarda adı Müslüman olan, Müslüman olarak bilindiği halde İslam’ı yaşayan kesimler içerisinde nasıl bir çalışma yapmak lazım? Bunları doğru Müslüman olması için ne yapmak lazım?
Buralarda Selefi-Vehhabi anlayışlar güçlü. Bunların çalışmaları bir islamlaşma meydana getiriyor. Fakat bu ebeveynin inançlarından ayrı, ‘öz’ olarak nitelenen bir şey oluyor. Ama büyük kısmında anne babanın yoğun çalışmaktan çocuklarının eğitimine gereken ilgiyi gösterememesi çocukların dinden habersiz yetişmelerine neden oluyor. 20 yaşına gelmiş bir çok Arap çocuğu fatiha okumayı bilmiyor. Bazıları Allah ile Peygamberimizi karıştırıyor.
—Siz aynı zamanda diyalog çalışmaları yapan bir komisyon içerisinde bulunuyorsunuz. Bir Müslüman olarak İslam-Hristiyanlık arasındaki diyalog çalışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Diyalog, doğrudan bir tebliğ imkanı vermese de saygı temelinde bir buluşma meydana getiriyor. Ben diyalog çalışmalarının önemine inanıyorum. İslam’a Hristiyanlıktan geçmiş bir mühtedi olarak Allah’ın, Müslümanların ve diğer insanların şahitliğinde bu çalışmaları yapmamız gerekiyor.
—Bu komisyona Müslüman olduktan sonra mı girdiniz?
Evet. Üç sene önce.
—Son olarak Avrupa’da İslam, dünyada İslam, İslam ülkelerinde İslam’ı nasıl gördüğünüze dair değerlendirmelerinizi alalım.
İslam ilerliyor. Gün be gün Müslüman sayısı artıyor. Gittikçe Müslüman sayısı artacak ve Avrupa Müslüman olacak. İslam kılıçla değil gönülle fetih yapıyor. Mesela 11 Eylül saldırılarından sonra çok insan İslam’ı araştırmak istedi. Araştırmalar sonucu Müslüman olanlar oldu.
—İslam’ı kabul etmek zorlaştı gibi. Bir cesaret işi. Buna rağmen İslam’ı seçenlerin sayısı artıyor değil mi?
Bir örnek vereyim. Bir genç Osman Nuri Bey’in ‘İslam İman İbadet’ kitabını okumuş; merak ettiği için 600 km. yol katederek Osman Topbaş Hocaefendi’yi ziyarete geldi. Bu genç gayet büyük imkanları olan, asil bir Fransız ailesine mensup. Ailesinin tek varisi ve katolik. İslam’ı seçerse büyük bedel ödeyecek birisi. Şu an durumunu bilmiyorum ama zor durumda. Bunun gibi bir çok genç var. Gizli gizli İslam’ı seçiyorlar ya da anne babalarının baskısı ile erteliyorlar.
—Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.