KÖTÜLÜKLER KARŞISINDA UTANMA DUYGUSU VE ALLAH İNANCI
[ KÖTÜLÜKLER KARŞISINDA UTANMA DUYGUSU VE ALLAH İNANCI ]
Yaratılmışların en değerlisi olan insan (İsrâ, 70), boş yere yaratılmadığı gibi (Müminûn, 115) başı boş da bırakılmamıştır. (Kıyâme, 36) Allah’ı tanıma, O’na îman ve ibadet etme; kendisine, âilesine, insanlara, canlılara ve çevreye karşı sorumlu olma; sahip olduğu nimetlere şükretme; kötülük ve haramlardan uzak durma gibi bir takım görevlerle sorumlu tutulmuştur. Bu görevleri yerine getirebilmesi için kendisine akıl verilmiş, peygamber ve kutsal kitaplarla rehberlik edilmiştir. Buna mukabil, kötülükleri emreden nefsi ile (Yusuf, 52), insanlara düşman olan (Bakara, 208), onlara çirkin söz, fiil ve davranışları, haram ve yasakları emreden (Nûr, 21) şeytan ile; hayır, şer, iyilik, kötülük, mal-mülk, evlat ve çeşitli musîbetlerle imtihana tabi tutulmuştur (Bakara, 155, A’raf, 168, Enbiya, 35, Al-i İmrân, 186).
Okuma, yazma, öğrenme, anlama, anlatma ve benzeri yeteneklerle donatılan; dîn, utanma, sevme, kızma, korkma, acıma ve benzeri duygularla yüklü olan insanın, iyilik ve kötülükler, sevap ve günah ameller karşısında tavrı iradesine bırakılmakla birlikte; iyilik ve sevap olan amelleri yapması; kötülüklerden ve günah olan amellerden sakınması emredilmiştir.
İnsan; sağ duyusu, Allah inancı, dîn ve hayâ duygusu ile kötülükleri emreden nefsi ve şeytanın kötü telkinleri arasında mücadele halindedir. Allah inancı sağlam olan ve hayâ duygusunu yitirmeyen insan, iyilik ve güzelliklere yönelir, kötülük ve haramlardan uzak durur. Allah inancı zayıf, hayâ duygusu zedelenmiş, nefsine ve şeytana yenik düşmüş insan ise kötülük ve haramlara dalar ve şeytanın oyuncağı haline gelir. Bu tür insanlardan bazısı Allah’tan da insanlardan da utanmaz ve sakınmaz, kötülükleri ve günah fiilleri açıkça işler, bazıları ise insanlardan gizlenmeye çalışır ama Allah hiç aklına gelmez, O’ndan korkmaz ve utanmaz. Allah’ın bütün yaptıklarını bildiğini ve gördüğünü, bütün söylediklerini işittiğini aklının ucundan bile geçirmez. İşte Allah, bu tür insanları Kur’an’da kınamaktadır.
Yazımızda bu konuyu anlatan bir âyeti tahlil etmeye çalışacağız. Bu âyet, “Günahkârlar, insanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar. Halbuki Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir. Allah onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır.” anlamındaki Nisa sûresinin 108. âyetidir.
ÂYETİN ETİMOLOJİK TAHLİLİ
Âyette dört cümle vardır:
1. Günahkârlar, insanlardan gizleniyorlar.
2. Allah’tan gizlenmiyorlar.
3. Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir.
4. Allah, onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır.
Ayette geçen “yestehfûne” cümlesi, gizleniyorlar; “lâ yestahfûne” cümlesi, gizlenmiyorlar; “yübeyyitûne” cümlesi, bir şeyi geceleyin kurguluyor, planlıyor ve söylüyorlar demektir.(1) Bu üç fiilin öznesi bir önceki âyette geçen ve “çok hâin, çok günahkâr ve nefislerine hainlik edenler” diye nitelenen günahkâr insanlardır.
“Halbuki Allah onlarla beraberdir” cümlesindeki “Allah’ın beraberliği” mekan itibariyle değildir. Çünkü Allah, zaman ve mekandan münezzeh olduğu gibi mekanı ve zamanı yaratan da Allah’tır. Allah’ın onlarla beraber olması, onların yaptıklarını görmesi, bilmesi ve söylediklerini duyması anlamındadır.(2)
Üçüncü cümledeki “iz” vakit anlamında zaman edatıdır. “Allah’ın razı olmadığı sözleri” anlamındaki “mâ lâ yerdâ mine’l-kavli” cümlesi, “yübeyyitûne” fiilinin mefulüdür (tümleç).
Dördüncü cümledeki “amellerini” anlamındaki “bi mâ lâ ya’lemûne” ifadesinde geçen “amel”; niyete ve iradeye bağlı ve bilinçli olarak yapılan eylem, fiil demektir.(3) Aynı cümlede geçen ve Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “muhît”; sözlükte kuşatan, bir işi bütün yönleriyle bilen, men eden ve helâk eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak muhît kelimesi; O’nun ilminin ve gücünün, her şeyi kuşattığını, O’ndan kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını, hiçbir şeyin O’ndan gizli kalmadığını ve O’nun gafil ve aciz olmadığını ifade eder.
ÂYETİN ANLAM VE YORUMU
Yüce Allah, bu âyette yerdiği ve kınadığı insanların hangi özelliğe sahip kişiler olduğunu aynı surenin 105, 107 ve 109-114. âyetlerinde bildirmektedir:
“… (Ey Peygamberim!) Hâinlerin savunucusu olma.”
“Allah’tan (ümmetinin günahkârları için)(4) mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Kendilerine hâinlik edenleri savunma. Çünkü Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.”
“Kim bir kötülük yaparsa, yahut kendisine zulmeder de sonra Allah’tan bağış dilerse Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”
“Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
“Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.”
Ayetlerde 10 nitelik zikredilmektedir:
a) Hâinler (hâinîn)
b) Nefislerine hainlik edenler (ellezîne yahtânûne enfüsehüm)
c) Çok hainlik eden (havvân)
d) Çok günah işleyen (esîm)
e) Kötülük yapan (men ya’mel sûen)
f) Nefsine zulmeden (ev yazlim nefsehû)
g) Hata işleyen (ve men yeksib hatîeten)
h) Günah işleyen(ve men yeksib … ismen)
i) İftira eden (yermi bihî berîen)
j) İnsanları saptırmaya ve şaşırtamaya çalışanlar.
Yüce Allah, bu niteliklere sahip olan insanları sevmediğini bildirmektedir. Allah’ın bir kimseyi sevmemesi, ondan razı olmaması demektir.(5)
Nefislerine ve başkalarına ihanet edenler ve çok günah işleyenler kimlerdir? Bunlar, hangi günahları işlediler de bu duruma düştüler? Müfessirlerin beyanlarına göre Benî Zafer kabîlesinden Tu’me b. Ubeyrik, komşusu Katâde b. Nu’man’ın (ö. 23/644) un dolu dağarcığı ile zırhını bir gece çalar. Zeyd b. Semin adındaki bir Yahûdi’ye götürür ve ona emanet bırakır. Dağarcığı götürürken, dağarcıktaki bir yırtıktan yola un dökülür.
Un dağarcığı ve zırhı çalınan Katâ’de, önce komşusu Tu’me’den şüphelenir. Tu’me’ye dağarcığını sorar. Tu’me, dağarcığı görmediğine ve nerede olduğunu bilmediğine yemin eder. Katâde, Tu’me’nin evini arar, fakat bulamaz Bunun üzerine un döküntüsünün izini takip eder. Nihayet Yahûdî’nin evinde dağarcığını ve zırhını bulur. Yahûdî, Tu’me’nin emanet bıraktığını söyler ve tanıklarıyla bunu ispat eder. Zırhı Tu’me’nin çaldığı ortaya çıkar. Olay, Hz. Peygambere intikal eder ve dava konusu olur. Tu’me’nin kabîlesi geceleyin toplanır, “Hz. Peygambere gidelim, hırsızlık suçunu Yahûdi’ye isnat edelim, Tu’me de yemin etsin. Peygamber, Tu’me’nin yeminini kabul eder, çünkü Tu’me Müslüman’dır, Yahûdî’nin sözünü dinlemez. Çünkü o Müslüman değildir” derler. Hz. Peygambere giderler ve ona “zırhın çalındığından Tu’me’nin haberinin olmadığını, Tu’me’nin suçsuz olduğunu, zırhı Yahudi’nin çaldığını, eğer Tu’me’nin aleyhine hükmedilirse itibarının kaybolacağını, zırh Yahûdî’nin evinde bulunduğu için onunla mücadele etmesi gerektiğini” söylerler. Hz. Peygamber de Tu’me’nin yeminine ve kabilesinin şahadetine binaen onu savunmak ister, bunun üzerine Nisâ sûresinin 105-114. âyetleri iner.(6)
Bu olay üzerine yüce Allah. 113. âyette, “(Ey peygamberim!) Eğer Allah’ın sana lütfu ve merhameti olmasaydı onlardan bir grup seni şaşırtmak istemişti. Halbuki onlar ancak kendilerini saptırır/şaşırtırlar, sana hiç bir zarar veremezler. Allah sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” buyurmuştur. Allah, Hz. Peygamber’den adaletle hükmetmesini, bu tür davranışta bulunan hainleri savunmamasını istemiş ve Hz. Peygambere; “(Ey Peygamberim!) Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın, hainlerin savunucusu olma” ve “nefislerine hainlik edenleri savunma” talimatını vermiş (Nisa, 105, 107) ve “(ey hainleri savunanlar!) İşte siz (kendilerini aldatan, nefislerine zulmeden) öyle kimselersiniz ki, dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak? Yahut kim onlara vekil olacak?” buyurmuştur (Nisâ, 109).
Tu’me üç suçu birden işlemiştir:
a) Hırsızlık yapmak,
b) Hırsızlık yapmadım diye yalan söylemek ve yalan yere yemin etmek,
c) Bu suçunu bir başkasının üzerine atmak, iftira etmek.
Tu’me’nin kabîlesi Benî Zafer de beş suç işlemiştir:
a) Tu’me’nin hırsızlık yaptığını bildikleri halde hırsızlık yapmadı diye yalan söylemek,
b) Yahûdî Zeyd b. Semin’in suçlu olmadığını bildikleri halde hırsızlık yaptı diye iftira etmek,
c) Tu’me lehine yalancı şahitlik yapmak,
d) Haksız yere suçluyu korumak ve kabile taassubunda bulunmak,
e) İki davalı arasında hüküm verme konumunda olan Hz. Peygamberi yanıltmaya çalışmak.
Yüce Allah, Tu’me ve kabilesinin işlediği bu suçlara; “nefse ve başkasına ihanet”, “sû”, “nefse zulüm”, “ism”, “hatîe” ve “bühtân” demektedir. (Nisa, 105, 107, 110-112)
İnsanın suç olan bir fiili işlemesi, böylece kendisini cezaya maruz bırakması ve ilâhî emanet olan nefsini aldatması “nefse ihanet” “zulüm” ve “ism” olduğu gibi, kendi işlediği suçunu başkasına isnat etmesi de “ihanet”, “zulüm”, “bühtân” ve “ism”dir.
107. âyette geçen “havvân” kelimesi, pek hâin, hainlikten çekinmeyen, hainliği itiyat haline getiren; “esîm” kelimesi ise pek günahkâr, günah işlemekten çekinmeyen, günah işlemeyi itiyat haline getiren kimse demektir.
111, 112 ve 113. âyetlerde geçen “ism ve 112. âyette geçen “hatîe” kelimesi, günah anlamına gelmekle birlikte “hatîe” küçük günah, “ism” büyük günah veya “hatîe” zararı kendisi ile sınırlı olan günah, “ism” ise zararı hem kendisine hem de başkasına dokunan günah veya “hatîe” kasıtlı veya kasıtsız olsun yapılması layık olmayan günah, “ism” kasıtlı yapılan günah anlamına gelebilir.
113. âyette geçen “bühtân” kelimesi, bir insana işlemediği suçu isnat etmek, iftira etmek; 110. âyette geçen “sû” kelimesi ise bir başkasına kötülük etmek demektir.(7)
Tu’me, hırsızlık ederek kendisini cezaya maruz bıraktığı için nefsine ihanet ve zulüm, bu suçunu bir başkasının üzerine attığı için kötülük (sû) etmekle nitelenmiştir. Tu’me, işlediği günahına pişman olup tövbe edeceği yerde Mekke’ye kaçmış ve irtidat etmiştir. Mekke’de hırsızlık için birinin duvarını delerken duvar üzerine yıkılmış ve ölmüştür.(8)
Tu’me’nin kabilesi, gerçeği ortaya koyup doğruyu söylemeleri ve âdil şahitlik etmeleri gerektiği halde yalana tevessül etmişler, Tu’me’nin işlediği suçu insanlardan gizlemeye çalışmışlar ve suçluyu kurtarmak için Allah’ın razı olmayacağı yalan ve hileli sözleri kurgulamışlardır. Ayette “insanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar” cümlesi ile ifade edilen “gizlenme olayı”, yapılan hırsızlık suçu ve bu suçun örtbas edilmeye ve suçsuz bir insanın üzerine atılmaya çalışılması konusudur. Hırsızlık ve benzeri suçları insanlardan gizlemek mümkün ama Allah’tan gizlemek mümkün değildir. İnsanlardan gizlenmekten maksat da onlardan utanmaktır. Çünkü insanlardan utanan kimse suçunu onlardan gizlemeye çalışır.(9) Halbuki asıl Allah’tan utanılması gerekir. Çünkü Allah, onların gece ve gündüz, gizli veya âşikâr bütün yaptıklarını, bilmekte ve görmektedir. “Halbuki Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir” cümlesindeki “geceleyin kurgulanan ve Allah’ın razı olmadığı bildirilen söz”, Tu’me’nin kabîlesinin, hırsızlık suçunu, suçsuz olan Yahûdî’nin üzerine atma planlarıdır.
“İnsanlardan gizleniyorlar/ utanıyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar / utanmıyorlar” cümlesi; insanlardaki fıtrî hayâ ve dînî hayânın varlığına işaret etmektedir. “Fıtrî hayâ”; her insanda doğuştan var olan utanma duygusudur. Bu duygu, kişiyi toplumun ayıp ve suç saydığı, yadırgadığı ve hoş görmediği söz, eylem ve davranışları açıkça sergilemekten alıkoyar. A’raf suresinin 26. âyetinde geçen “takva elbisesi daha hayırlıdır” cümlesi de bu hayâyı ifade etmektedir. Bu hayâ, alınan eğitime, kültür, gelenek ve yaşanan ortama göre gelişebileceği gibi dejenere de olabilir. “Dînî hayâ” ise îman ile kazanılan bir erdemdir. Peygamberimizin “Hayâ îmandan bir şu’bedir”(10) sözünde ifade edilen hayâ bu tür bir hayâdır. Mümin, Allah’ın her yerde bütün yaptıklarını bildiğine, gördüğüne ve bütün sözlerini işittiğine, söylediklerinin ve yaptıklarının yazıldığına, âhirette bunlardan hesaba çekileceğine, neticede iman, inkar, itaat ve isyanına göre cennet veya cehenneme gideceğine inanır. Bu inancı kendisini kötülüklerden alıkoyar. Bu davranış, dînî hayânın sonucudur. Bu sebeple olmalı ki Peygamberimiz (a.s.), “hayâ” üzerinde çok durmuş ve “Hayânın hepsi hayırdır”(11), “Hayâ ancak hayır getirir”(12) , “Her dînin bir ahlâkı vardır. İslam’ın ahlâkı da hayâdır”(13) , “Hayâ imandandır. İman (sahibi) ise cennete gidecektir. Çirkin söz; cahillik, kabalık ve hayasızlıktan (cefâ) kaynaklanır. Bu davranışın cezası ise cehennemdir”(14), “Utanmazsan istediğini yap, sözü insanların ilk peygamberden itibaren işittiği sözlerdendir”(15) ve “Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Bunlar; hayâ, güzel koku sürünme, dişleri temizleme ve evlenmedir.”(16) buyurmuştur.
Kişinin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi hayâ sonucudur. İnsan, Allah’tan ve insanlardan hayâ eder. Hayâ; akıl, duygu, düşünce, muhâkeme, iffet ve edep sahibi olmanın ürünüdür. Aksi davranış “hevâ”ya uymaktır. “Hevâ”, insanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını, akıl ve imana uygun davranmasını önleyen nefsânî arzulara denir. Nefsânî arzularına uyan insan, her türlü kötülüğü yapabilir. Allah, bu tür kimseleri hevâsını tanrı edinmekle suçlamaktadır (Câsiye, 23). Hayâ sahibi insan ise hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde bile haram ve kötülük yapamaz. Ayette geçen “Allah onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır” cümlesi de bu hayâ duygusuna yöneliktir ve âyet, hiç kimse görmese bile Allah’ın gördüğü ve O’ndan hayâ edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
ÂYETİN İÇERDİĞİ HÜKÜMLER
Ayet on hüküm içermektedir.
1. Davalı ve Davacı Arasında Adaletle Hükmedilmelidir
“(Ey Peygamberim!) Biz sana kitabı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hüküm veresin” cümlesi bunu ifade etmektedir. “Allah’ın sana gösterdiği” ifadesi; “Allah’ın öğrettiği, vahiy(17) ve ilham ettiği”(18) bilgilerdir. “Allah (…) insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisâ, 58), “Allah adaleti emreder…” (Nahl, 90), “… Ve aranızda adaletli olmakla emredildim.” (Şura, 15) âyetleri de hükümlerde âdil olunmasını, taraf tutulmamasını öngörmektedir. Adalette ölçü Kur’an’dır.
2. Hâinler, Suçlular Savunulmamalıdır
“…(Ey Peygamberim!) Hâinlerin savunucusu olma” ve “Nefislerine hainlik edenleri savunma” cümleleri bunu ifade etmektedir. Bu âyetler; insan öldürmek, hırsızlık yapmak, iftira etmek gibi bir insanın suç işlediği ortaya çıktıktan sonra, onun suçunu örtbas etmek için, ceza almaktan kurtarmak için onu savunmayı, zalime taraftar olup mazluma düşman olmayı yasaklamaktadır. Suçlu, kişinin soydaşı, arkadaşı ve en yakını bile olsa hüküm aynıdır. Allah, hırsızlık yapan Tu’me’yi ceza almaktan kurtarmak için savunanları kınamaktadır. Suçlu, yalan ve hilelerle dünyada kurtulsa bile tövbe etmez ve Allah da affetmezse cezasını âhirette çeker, orada onu kimse savunamaz.
3. Peygamber de Olsa Gaybı Kimse Bilemez
Tu’me’nin yaptığı hırsızlık olayını, kavmi gizliyor ve Hz. Peygambere, Tu’me’nin hırsızlık yapmadığını, zırhı Zeyd adındaki Yahudi’nin çaldığını, bu itibarla Tu’me’yi savunması gerektiğini söylüyor. Hz. Peygamber de bunların şahadetine binaen Tu’me’yi savunmayı düşünüyor.(19) Yüce Allah, kendisini ikaz ediyor ve “Allah’tan bağışlama dile.” buyuruyor. Eğer Peygamber gaybı kendiliğinden bilebilseydi, Beni Zafer kabilesinin insanlarına ayet gelmeden önce Tu’me’nin hırsızlık yaptığını söylerdi. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak Allah peygamberine bildirebilir. “O Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği peygamberlere bildirebilir.” (Cin, 26-27) âyeti bunun delilidir.
4. Hiçbir Kimse Allah’tan Herhangi bir şeyi gizleyemez
Allah, insanlar nerede ne yaparlarsa yapsınlar bilir, onları görür, söylediklerini duyar. Nisa suresinin 108. âyeti bunu ifade etmektedir.
5. Günah İşleyen Kimse Günahına Hemen Tövbe Etmelidir
110-112. ayetlerde kötülük işleyen veya nefsine zulmeden veya günah işleyen kimse veya iftira eden kimsenin günahlarına tövbe etmesi halinde Allah’ın affedeceği bildirilmektedir. Günah işleyen kimse her halükârda kendine zarar vermiş olur. Günah ile kişi insana, topluma ve çevreye zarar verilebilir ancak Allah’a zarar vermesi mümkün değildir. Başkalarına zarar veren insan, bunun zararını ve cezasını dünyada görmese bile âhirette görür. Ancak halini ıslah eder, yaptığına pişman olur ve tövbe ederse Allah kulunu affeder. Kul hakkı varsa, suçlu, hak sahibine hakkını ödemesi veya ondan helallik dilemesi gerekir.
6. İnsanlar Suça Teşvik Edilmemelidir
Suç ve yasak fiilleri işlemek günah olduğu gibi, bir insanı suç ve yasak bir fiili işleyemeye teşvik etmek de suç ve günahtır. “İyilik ve takva üzerine yardımlaşın ama günah ve düşmanlık üzeren yardımlaşmayın.” (Maide, 2) âyeti de bu gerçeği ifade etmektedir.
7. İnsanlar Yalan Ve Yanlış Bilgi İle Yanıltmamalı, Yalancı Şahitlik Yapılmamalı, Gerçekler Gizlenmemelidir
İslâm, yalan söylemeyi haram kıldığı gibi, doğruyu gizlemeyi de haram kılmıştır:
“… Şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.” (Bakara, 283)
“Ey Müminler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” (Ahzâb, 70)
“…Yalan sözden kaçının” (Hac, 30),
“Size doğru sözlü olmayı tavsiye ederim. Çünkü doğruluk iyiliğe iyilik de cennete götürür…”(20),
“Yalandan sakının. Yalanın ciddisi de şakası da iyi değildir…”(21) meâlindeki âyet ve hadisler doğru sözlü olmanın ve yalan sözden kaçınmanın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Yalan söylemek münafıkların işi (Münâfikûn, 1) ve nifâk alametidir.(22)
8. Yalancı Şahitlik Yapılmamalıdır
“Yalancı şahitlik”; bir kimsenin herhangi bir konuda bilmediği, görmediği, duymadığı halde bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu söylemesidir. Yalancı şahitlik, büyük günahlardan biridir.
“Kim şahitlik edecek durumda olmadığı halde bir müslümanın aleyhine şahitlik ederse cehennemdeki yerine hazırlansın”(23) hadisleri bunun delilidir. Yüce Allah: “Şahitliği dosdoğru yapın…” (Talak, 2), “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun, şahitlik ettikleriniz zengin veya fakir de olsalar adaletten ayrılmayın…” (Nisa, 135) buyurmuş, cennetliklerin özellikleri arasında yalancı şahitlik etmeyenleri de saymıştır. (Furkan, 72)
Sahabeden Ebu Berke şöyle anlatıyor: Allah’ın Resûlü (a.s.),
– “Büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? dedi. Biz de,
– “Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.)
– “Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya isyan etmektir” dedi. Yaslanıyordu, doğruldu ve
– “Yalan söz ve yalancı şahitlik (de en büyük günahlardandır)” buyurdu. Ebu Berke,
– “Hz. Peygamber, bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben herhalde susmayacak diye düşündüm” demiştir.(24)
Hakim, delil ve şahitlerin verdiği bilgileri esas alır ve topladığı bilgi ve belgelere göre hüküm verir. Şahitler, hakimi yalan ve yanlış bilgi ile yanıltırlarsa vebali onlara ait olur.
9. Kimseye İşlemediği Bir Suç İsnat Edilmemelidir
Dinimizde bu suça iftira denilmektedir. “İftirâ”; bir insanın söylemediği sözü söyledi, yapmadığı şeyi yaptı demektir. İftira, büyük günahlardan biridir. “O namuslu, bir şeyden habersiz mü’min kadınlara zina suçu isnat edenler dünyada da âhirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Nûr, 23) âyeti ve “İftira eden kimse ziyana uğramıştır.” hadisi, bunun delilidir.(25) İftira eden kimse, iftira ettiği insanın kişilik haklarına saldırmış ve kul hakkı yüklenmiş olur.
10. Suç ve Günah İşlemek İçin Çete Kurmak, Gizli Toplantılar Yapmak Yasaktır
Tu’me’nin hırsızlık yapması, kabilesinin onun suçunu gizlemeye çalışması ve Tu’me’nin suçunu Zeyd adında bir Yahudi’ye isnat etmeleri konusunda geceleyin toplanıp gizlice karar almaları ile ilgili olarak; “Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenler hariç, onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur…” (Nisa, 114) buyurmuştur.
Bu âyette; sadaka vermek, iyilik yapmak, barışı sağlamak ve dargınları barıştırmak amacıyla yapılan gizli konuşma ve toplantıların iyi ve hayırlı olduğunu, bunun dışında fert ve topluma herhangi bir şekilde zararı olacak söz, eylem ve faaliyetlerin doğru ve hayırlı olmadığını ifade etmektedir.
Anlaşılan o ki İslâm, fert ve toplumun zararına olan hiçbir söz, eylem ve davranışı hoş karşılamamaktadır. İslâm’da dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma ve barış esastır. Bunları ihlal edecek her şey kötülüktür.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
İyilik ve kötülük yapabilecek özellikte yaratılan, hayâ ve dîn duygusu, akıl ve sağduyu ile mücehhez kılınan; nefis ve şeytanın düşmanlığı ile muhatap olan insan; dünyada imtihan halinde olması hasebiyle inanç, söz, fiil ve davranışlarında özgür bırakılmış olmakla birlikte, peygamber ve kitaplar vasıtasıyla iyi, güzel, doğru ve yararlı olan şeyleri yapmaya teşvik edilmiş; kötü, çirkin, yanlış ve zararlı olan şeyleri yapmaktan ise sakındırılmıştır.
Aklına ve sağ duyusuna uyup Peygamber ve Kur’an’ı kendine örnek ve rehber edinen insan iyi, doğru ve yararlı şeylere yönelir, Allah inancı ve hayâ duygusu kendisini kötü, yanlış ve zararlı şeyleri yapmaktan uzak tutar. Allah ve Peygamber’in emir ve yasaklarına itibar etmeyen, aklının ve sağduyusunun sesine kulak vermeyen insan, her türlü kötülüğü yapabilir. Allah’tan utanmaz ve korkmaz. “İnsanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar.” âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. Bu âyet, Katade adındaki komşusunun zırhını çalan, sonra da bu suçunu Zeyd adında bir Yahudi’nin üzerine atan Tu’me adlı kişi ile, bu kişinin suçunu örtmek için Hz. Peygamber’e yalan söyleyen ve yalancı şahitlik yapan Beni Zafer kabilesi ile ilgilidir.Yüce Allah, insanlardan utanıp da Allah’tan utanmayan bu kimseleri kınamaktadır.
Hırsızlık yapılması, bu suçun gizlenmeye çalışılması ve suçun, suçsuz bir insana isnat edilmesi Nisa Suresi’nin 105-114. âyetlerinde anlatılmakta ve bu suçlar; hâinlik, zulüm, kötülük, hatîe, günah, iftira ve insanları haktan, doğruluktan saptırma olarak ifade edilmektedir.
Âyetlerde; davalı ve davacı arasında adaletle hüküm verilmesi, taraf tutulmaması, suçluların savunulmaması, suçun örtbas edilmemesi, insanların suç işlemeye teşvik edilmemesi, yalan ve yalancı şahitlik ile hakim ve yöneticilerin yanıltılmaması, gerçeklerin gizlenmemesi, kimseye iftira edilmemesi, suç işlemek için çete kurulmaması, günah işlemek için bir araya gelinmemesi, günah işleyen kimsenin günahına hemen tövbe etmesi emredilmekte, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği, dünyada suçluları savunan olsa bile âhirette kimsenin savunamayacağı, Allah’tan her hangi bir şeyi gizlemenin mümkün olmadığı, Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığı bildirilmektedir.
1- Hazin, Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meânî’t-Tenzîl, II, 162, Beyrut, tarihsiz. (Mecmûatün Mine’t-Tefâsîr)
2- Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân, V, 378, Beyrut, 1967.
3- İbn Manzur, Lisanü’1-Arap, XI, 475, Beyrut, 1956.
4- Kurtubî, V, 378.
5- Kurtubî, V, 378.
6- Taberî, Abdullah b. Cerîr, Câmi’u’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, IV, 5/265-268, Beyrut, 1998; 15 cilt, 30 cüz. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, III, 1458.
7- Yazır, III, 1037.
8- Taberî, IV, 5/268; Yazır, III, 1037.
9- Beydâvî, Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, II, 162, (Mecmûatün Mine’t-tefâsîr), Beyrut, tarihsiz.
10- Müslim, İman, 57, Buhârî, İman, 16.
11-Müslim, İman, 61, I, 64; Ahmed, V, 426, 427.
12- Müslim, İman, 60. I, 64; Buhârî, Edeb, 77.
13- İbn Mâce, Zühd, 17.
14- İbn Mâce. Zühd, 17.
15- Buhârî, Edeb, 28; Ebû Davud, Edeb, 6.
16- Tirmizî, Nikah, 1.
17- Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, II, 160, Beyrut, t.y.
18- Nesefî, Ebû’l-Berekâk Medâriku’t-Tenzîn ve Hakâiku’t-Te’vîl, II, 160, Beyrut, t.y.
19- Mehmet Vehbi, Hülâsatu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, III, 1037, Üçdal Neşriyat, İst. 1. baskı.
20- Ebû Dâvûd, Edeb, 88, No. 4989, V, 264.
21- İbn Mâce, Mukaddime, No. 46. I, 18.
22- Müslim, İman, 107, I, 78.
23- Ahmed, II, 509.
24- Buhârî, Edeb, 6, V, 71.
25- Ahmed, I, 91.