İslam’ın Neresindeyiz
nezdinde gerçek din İslam’dır” diyen, “İslam’dan başka din aranması”nı doğru bulmayan, “Toptan İslam dairesine girin” çağrısı yapan ve “Dinde ihlas, samimiyet, teslimiyet, hesapsızlık isteyen” Kur’an, insanın dinle ilişkisinin her zaman bu çerçevede cereyan etmediğini de tesbit ediyor ve insan-din ilişkisini tahlil eden değişik çerçeveler getiriyor. Dinle ilişkisini ciddiye alan bir insanın Kur’an’ın zaman zaman “münafıklar”a, zaman zaman “Ehl-i Kitab”a hatta zaman zaman “inkarcılar”a atfen verdiği bu çerçeveleri de bilmesi ve kendini bu özelliklerden sakındırması gerekiyor. Ta ki, Din’le ilişkisi “‘ın Razı olacağı” bir çerçeveye otursun. Nedir Kur’an’ın insanları sakındırdığı ilişki modelleri? 1. Dinle ilişkiyi netleştiremeyenler:
Kur’an, Nisa Sûresinin 143’üncü ayetinde “Münafıklar”dan yola çıkarak dinle bir ilişki türüne işaret eder. Bu nerede durduğunu netleştiremeyen kişilik tipidir. Ayetin buna ilişkin tesbiti şöyledir: “Onlar müminlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar: Ne onlara bağlanırlar, ne de bunlara.” Münafık kavramı zaten, “ikili bir kişiliği” ifade etmektedir. Kur’an’a baktığımızda bu kişilik tipine ilişkin başka çizgiler de görürüz. Bu ayetin hemen üstündeki iki ayet, bir insanın hangi halet-i ruhiye içinde böyle bir ikili kişilik çizgisine sürüklendiğini tesbit eder. Onları da okuyalım:
“Münâfıklar sizinle ilgili olayları çok yakından izler, devamlı olarak havayı yoklarlar: Şayet size bir zafer lütfederse: “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer kâfirler zaferden yana bir pay elde ederlerse onlara: “Bizim taraf size galip durumda iken sizi kollamadık mı, müminlerin size karşı savletini içten içe engellemedik mi?” derler. Kıyamet günü , sizinle onlar arasında hükmünü verecek ve kâfirlere müminler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.Münâfıklar ‘ı aldatmaya çalışırlar, da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müslümanlara gösteriş yaparlar. Yoksa aslında ‘ı pek az hatırlarlar.”(Nisa, 141-142)
Demek ki Kur’an’a göre bu kişilik tipi, “havayı koklayan, dünyevi başarı veya başarısızlıkları kollayan ve ona göre “dinle ilişkisi”ni belirleyen bir tiptir. Kur’an’ın sağlıklı bir din ilişkisi olarak görmediği bir tavırdır bu. Kur’an’ın bir bakıma insandan Din’de netleşmeyi istediği ve bunun bedeline katlanmayı gerekli gördüğü anlamı çıkarılabilir.
2. Müslümanlığı minnet gibi yükleyenler:
Bu da Kur’an’ın dinle sağlıksız ilişkiye gösterdiği bir başka örnektir. Hucurat Sûresi 17’inci ayet, bu kişilik tipine işaret etmektedir.O ayeti okuyalım:
” İslam’a girmelerini sana minnet ediyorlar. Onlara de ki: Müslümanlığınızı bana minnet etmeyin. Asıl size iman yolunu gösteren size minnet eder, eğer iman iddianızda samimi iseniz!”
Ayetten anlıyoruz ki, kendi konumunu çok önemseyen ve nerede bulunursa oraya şeref kazandıracağını düşünen bazı kişilikler var. Bu kişilik tipine psikolojide narsizm kendi kendini aşırı önemseme, kendine tapınma,) deniyor. Ayet bize, bu kişilerin ‘la ilişkinin ve ‘ın dininin önemini kavramadığını, o dine mensubiyetin bir insan için ne anlama geldiğini, en önemlisi de yaratılış gayesini bilmediğini anlatıyor. Bu durumda da yine ayete göre, kendisi İslam dışında kalırsa İslam’ın önemi azalmış, İslam içine girerse İslam’ın önemi artmış gibi düşünüyor. Kur’an bir anlamda “hayır” diyor, imanda samimiyet böyle olmaz, eğer iman önemsenmiş olsaydı, Müslüman kılınmanın bir insan için en büyük nimet olduğu anlaşılır, minnet yüklenmekse Müslüman olmanın en büyük minnet sebebi olduğu düşünülür” demek istiyor. Hiç kimse İslam’a şeref taşımıyor, herkes İslam’la şerefleniyor.
3. ‘a din öğretmek:
Kur’an’ın “olumsuz çerçeve” içine yerleştirdiği bir başka çizgi, “‘a din öğretme” çizgisidir.Hucurat Sûresi’nin 16’ıncı ayetiyle çizilen tiptir bu. Ayet şöyle: “De ki: ‘a dininizi siz mi öğreteceksiniz? Halbuki göklerde ve yerde bulunanı bilir. her şeyi bilendir.”Ayet, sanki çok şaşırtıcı bir tavra işaret ettiğini hissettiriyor bize. Şu denmek isteniyor: Göklerde ve yerde olanın bilgisi Teala’da iken ve din müessesesi tamamen ‘ın tayin edeceği bir mesele iken, kalkıp ‘a din öğretmeye yeltenmek nasıl bir aymazlıktır? Bu soruyu soruyor ayet, bu tipi reddediyor, ama böyle bir kişilik tipi bulunabileceğini de görmezlikten gelmiyor.
İnsandan istenen, böyle saçma sapan eğilimler içine girilmemesi, Yaratıcı’ya din öğretme anlamına gelecek “Şu hüküm şöyle olsa olmaz mıydı, bu zamanda şu hükümlerin yeri olur mu?” gibi didiklemelerin hiçbir makul zemini bulunmadığının anlaşılmasıdır. 4. Dinde değişiklik talepleri Belki hemen bu kişilik tipinin yanına, “dinde değişiklik talepleri”ni, “ayetlerin değiştirilmesi” isteklerini koymamız lâzım. Kur’an bu tavrı da reddediyor. Yunus Sûresi 15’nci ayette bu “Ahirette “la karşılaşmayı, Onun huzuruna çıkmayı ummayan, aklına getirmeyen” bazı kesimlerin çizgisi olarak zikrediliyor. Ayet şöyle: Ayetlerimiz onlara açık bir şekilde okunduğu zaman, Bize kavuşmayı ummayanlar Ya bundan başka bir Kur’an getir, ya da bunu değiştir’ diyorlar. De ki: Olacak şey değildir benim için onu kendiliğimden değiştirmem. Ben ancak bana vahyolunanana uyarım; Rabbime isyan edersem, o büyük günün azabından korkarım. Ayet bize, dinin kurallarının asıl olarak ‘ın vahyi (Kur’an) ile belirlendiğini ve bunda Peygamber dahi olsa insanın bir değişiklik yapamayacağını ve dinle ilişkinin sonuçta varıp ‘ın huzurunda yargılanacağını bildiriyor. Yani her insan, dinle ilgili bir talebi ortaya koyacağı zaman, bunun yarın huzurunda hesabı verilecek bir talep olduğunu aklından çıkarmaması gerekiyor.
5. Dini satma, istismar, ayetleri bedel karşılığı tahrif
Kur’an çerçevesinde baktığımızda dinle ilişkide bir başka yanlışlık, belki özellikle dini bilenler, din adına konuşanların içine düştüğü yanlışlık, dünya çıkarı ile din bağlılığını içiçe geçirmektir. Bunun değişik türlerinden söz edilebilir. Dinle ilişkiyi paraya tahvil etmek ya da çıkar hesabı (maddi çıkar, şöhret, iktidar vs.) ile dinin muhtevası üzerinde oynamak gibi… Şu ayetler bu kişilik tipine işaret ediyor:
“Sizin yanınızda bulunan Tevrat’ı tasdik etmek üzere indirdiğim Kur’an’a iman edin, onu inkâr edenlerin başını siz çekmeyin. Ayetlerimi az bir fiyatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın. Asıl Bana karşı gelmekten sakının. (Bakara, 41)
“Onlar ‘ın ayetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da ‘ın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!” (Tevbe, 9)
islami sohbet
“Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki bunlar Kitaba (Tevrat’a) varis oldular, ama ayetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metaını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!” düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir meta, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar. Peki onlardan, hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitapta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve Kitabın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı? Halbuki ebedi ahiret yurdu, ‘a karşı gelmekten sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hâla aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Araf,169)
Bir Kur’an ayeti, (Hac sûresi, 11) bu kişilik tipinin bir başka nümûnesini şöyle tasvir eder. Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsiri ile:
“İnsanlardan öyleleri var ki ‘a alâ harfin ibadet eder. Yani cân ü gönülden değil de bir kenardan, bir maksad-ı mahsus için dindarlık eder veya dil ucu ile Müslüman olur… Eğer kendisine bir hayır isabet ederse mutmain olur ve eğer bir mihnet isabet ederse yüzü üzerine dönüverir…”(Hak Dini Kur’an Dili c. 5, s. 3386)
6. Dini parça parça etmek, bütünlüğü bozmak:
Din’le ilişkide bir başka yanlış çerçeve,dini bütünlüğünden koparıp parça parça etmek ve onun kendince kabul edilebilir yanlarını benimseyip, diğer kısmı ihmal veya reddetmektir. Buna gene Kur’an’ın ifadesiyle ifade edersek “dinü’l- kayyim” diye nitelenebilecek, dinin bütünlüğünü bozmak diye de bakmak mümkündür. Kur’an bu çerçeveyi şöyle tesbit etmektedir:
” Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiç bir alâkan yoktur. Onların işi ‘a kalmıştır. , onların yaptıklarını ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir. (En’am, 159)
” Başka her şeyden geçerek O’na tam gönül verin,O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyle îfa edin.Ve asla dinlerini parça parça edip kendileri de öbek öbek olan o müşriklerden olmayın.Öyle ki her hizip, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.(Rum, 31-32)
“Hakkı batıla karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin.(Bakara, 42)
Bu ayetlerin hemen yanında Kur’an’da Yahudiler’in tavrını red babında dile getirilen “ağzı eğip bükerek sözü asıl mânâsının dışına çekmek” gibi tavırları da reddedilen çerçeve içinde hatırlayabiliriz. Buna ilişkin ayet şöyledir:
“Yahudilerden bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından saptırır, meselâ: “İşittik” (ama isyan ettik), “işit” (hay işitmez olası!), ve râina derler. Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler. Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik, “İşit!” unzurnâ (bizi de gözet), deselerdi kendileri için elbet daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu. Fakat , inkârları yüzünden onları rahmetinden kovdu. Artık onlar pek az iman ederler. (Nisa, 46)
7. Dini eğlence edinmek
Dinle ilişki, hayatın anlamıdır, yaratılış gayesinin idrakidir, Yaratıcı’nın, ‘ın insana bildirdiği hayat çerçevesidir, bu yönüyle ciddiye alınması gereken bir değerler bütünüdür. Kur’an, işte böylesine hayati bir müesseseye, oyun-eğlence gibi yaklaşılmasını kabul edilebilir bulmuyor. Kınıyor bu yaklaşımı. Şu ayetler Kur’an’ın bu kaşını tesbit etmektedir:
” Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak. Sen yalnız Kur’an ile va’z et ki, ‘tan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin, sürüklenip atılmasın.O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez. İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır.İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır. (En’am, 70)
“O kâfirlere ki onlar dinlerini oyun ve eğlence konusu haline getirmişlerdi; dünya hayatı kendilerini aldatmıştı. İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı büyük randevuyu unuttular ve ayetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terk edeceğiz. (Araf, 51)
Dikkat edilirse burada “dini oyun ve eğlence edinme” sıfatı iki tip insana, birisi “kendilerini dünya hayatı aldatmış olanlar” diğeri de daha ağır bir ifade ile “kafirler”e izafe edilmektedir. Belki de ikisi içiçe geçmiş kişilik özellikleridir. O yüzden, birisinden çıkıp diğerine girmek her zaman mümkündür.
Aslında, yukardan beri zikredilen özellikler, bir yandan “dinle ilişkidir” ama, bu ilişki insanı dinin içinde mi tutar, dışında mı bırakır, çok da kolay kestirilecek bir durum değildir. Münafıklık, Ehl-i Kitap ve Küfr’ün kıyılarında dolaşılan özellikler bunlar… Müslümanın önüne getiriliyor, çünkü farklı bir iman zemininde bulunmakla birlikte, kişiliğe bulaşma tehlikesinin dikkate alınması isteniyor.
Mesele, ‘a hesabı verilebilecek bir hayat çerçevesi edinmekte odaklaşıyor. Bu dünyaya isteyerek gelmedik, bizi getirdiler. Getiren Kudret, “din çerçevesi” içinde bizden bazı şeyler istiyor. Yarın yine irademiz dışında gideceğiz. Gideceğimiz yer, ‘ın huzuru olacak. Ve orada bir muhasebe anı yaşanacak. Din orada çok önemli. Bu dünyada dini, oradaki önemi çerçevesinde önemsemek ve hesabı düzgün vermek; temel mesele bu. Ebediyyet iklimi burada inşa edileceğine göre, dikkatli olmalıyız. İçinden ebediyyetin doğacağı bir hayatı yaşıyoruz, öyle bir tohum büyütmeliyiz dünya hayatımızda ki sonsuz mutluluk versin…
Kur’an dinle o anlamdaki ilişkiyi “Dine ihlas’la, samimi olarak yaklaşmak” olarak niteliyor.