İslam Kurtuluştur

yorum yok
641 kez görüntülendi okuma
11 Aralık, 2015

islamis
İslam Kurtuluştur

Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma’dan rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Müslüman olan kurtulmuştur. Yeterli geçime sahip kılman ve Allah’ın, kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen de kurtulmuştur.”(1)

İnsanlığın değişmeyen amacı, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmaktır. Eski deyimiyle saadet-i dareyn’e kavuşmaktır.. Hiç şüphesiz bu mutlu sonucun bir özlem ve bir amaç olmaktan çıkıp gerçek haline gelebilmesinin temel şartı, dünya hayatını, Yüce Yaratıcı’nın iradesine uygun olarak değerlendirmek ve yaşamaktır. Bu sebeple de Yüce Yaratıcı, saadet-i dareyn’e aday kıldığı insanoğluna, iradesini başlangıçtan beri peygamberleri aracılığı ile, “din” adıyla bildiregelmiştir. Allah teala, insanlığın kıyamete dek ihtiyaç duyacağı mutluluk reçetesini, son kez İSLÂM adıyla evrensel çapta ilan etmiştir: Allah katında din İslâmdır.”2 “İslâm’dan başka din arayanın bu arayışı boşunadır”3 “…Sizin için din olarak İslâm’ı seçtim..”4

İlahî iradenin son tebliğcisi, resuller dizisinin son incisi Hz. Muhammed, (s.a.), kesin gerçeği, değişik vesilelerle çok veciz bir şekilde belirlemiştir: “İslâm ol, kurtul!..”

“Daru’s-selam” Daveti

“Allah daru’s-selam’a (selamet yurdu, esenlik evi cennet’e) çağırır..”5 İşte bu çağrının adı, sistemi İslâm’dır. Bir başka ifade ile ahirette daru’s-selam’a ulaşabilmek için, dünyada daru’l-İslâm’ı kurmak gerekmektedir. Dikkat edilecek olursa, selam ile İslâm aynı köktendir. Aslında İslâm, Ona inanmak, gereklerini imkan ölçüsünde yerine getirmek şartıyla bu dünyayı da insanlara selamet yurdu, esenlik evi yapar.

Çünkü İslâm imha değil ihya hareketidir. Sevgili Peygamberimiz, “din binasının doruğu” diye tanımladığı cihad’ı, insanların, müslüman olduklarını söylemeleri ile sınırlandırmış ve bu konudaki prensibi de “kim Lailahe illellah derse, canını-malını güvence altına almış olur”6 buyurarak belirlemiştir. Peygamberimiz, ehl-i kitab olan olmayan bütün muhatablarına aynı mesajı iletmiş, kendilerine “İslâm olunuz, kurtulunuz!.”7çağrı ve tebliğinde bulunmuştur.

Hiç şüphesiz Hazreti Peygamber’in, gerek tek tek davet ettiği kişilere, gerek mektup yazarak telkinde bulunduğu, çevre kabile ve devlet başkanlarına, gerekse kendileriyle temas kurduğu ehl-i kitab olan topluluklara yaptığı “İslâm ol” çağrısı, öncelikle onların, müslümanların hedefi olmaktan çıkmaları, daha sonra da dünyada inanca ve İslâmca hayat sürmeleri ve neticede daru’s-selam’a kavuşmaları için gerekli olan yegane çağrı idi. Bunun böyle olduğunun farkına varanlar bu çağrıya uymuşlar, kimileri de bu gerçeği kavrayamamış ve müslümanlara problem çıkarmaya devam etmişlerdir. Tevhid-şirk, iman-küfür kutuplarının kıyasıya çatışmaları böylece süregelmiştir.

İnanç, düşünce, ahlak, beşerî ilişki, iktisad, hukuk, kısaca dünya-ukba kaygısı olanlar, İslâm olmakla bu kaygılarını en üst seviyeden gidermenin mutluluğuna kavuşmuşlardır. Çünkü İslâm, başlı başına ve en mükemmel bir hayat modeli ve sistemidir. Hatta o, öylesine bir sistem ki, kendisine inananları, daha önceki hayatlarının sıkıntı veren yanlışlarından arındırmakta, onları yeniden doğmuş gibi bir temizliğe sahip kılmaktadır. Hadisimizin ravisi Abdullah’ın babası büyük sahabî Amr İbnu’1-As anlatıyor: Müslüman olmak üzere Hz. Peygambere geldiğim zaman O’na, “geçmiş hatalarını bağışlaman şartıyla sana bey’at ediyorum, ya Resûlullah!” dedim. Resülullah (s.a.) de; “Hiç şüphesiz İslâm, kendisinden öncesini keser atar” buyurdu 8.

Her insanın iki ciddî endişe içinde olduğu bir gerçektir:

1.Geçmişinin bağışlanıp bağışlanmayacağı.

2. Gelecekte yeni bazı lütuflara kavuşup kavuşmayacağı.

Görüldüğü gibi İslâm, bu iki endişeden, inananları kurtarmaktadır. Müslüman olmak, önceki hatalarını bağışlatmak olduğu gibi, müslüman olarak yaşamak da dünya ve ahirette mutlu olmak anlamına gelmektedir. Zira “daru’s-selam”, inananların ahiretteki yurdunun adıdır.

“O gün, cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenip safa sürecekleri yer, çok güzeldir.”9

“Ah Keşke…”

İslâm’a rağmen, İslâm dışı bîr hayatı tercih edenlerin, dünyadaki konum ve görüntüleri ne olursa olsun, neticede ulaşacakları nokta, kesin bir pişmanlık ve perişanlıktır. “O gün zalim, ellerini ısırıp “keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene. Keşke falancayı dost edinmeseydim! And olsun ki beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız birikiyor” der”10

“Kafirlerin diyar diyar gezip refah içinde dolaşmaları sakın seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer, cehennemdir. O ne kötü duraktır.”11

Yeterli Geçim

İslâm’ın temelde bir kurtuluş ve mutluluk sistemi olduğu gerçeğinin yanında, kurtuluş için hadisimizde ön görülen diğer iki unsuru, yeterli geçim ve Allahın kendisine verdiklerine kanaat’ı değerlendirmek, özellikle günümüz şartları bakımından fevkalade önem arzetmektedir. Daha doğrusu felah bulmak için İslâm olmak, işin inanç yönünü belirlediği gibi, yeterli geçim ekonomik tarafını; kanaat ise, ahlakî ve psikolojik cephesini tesbit etmektedir. Dünyanın bir sömürü tezgahı olmaktan ancak böylece çıkaracağı, insanca yaşanabilir bir ortam haline dönüşeceği ilan edilmiş olmaktadır.

Hayatını, inançları çerçevesinde kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmek, yöre şartlarına göre “yeterli bir geçim”e sahip olmakla çok yakından irtibatlıdır. Yeterli geçim imkanı olmayan kimsenin içinde bulunduğu ihtiyaç, onu bazen istemediği olumsuzluklara, gereksiz fedakarlıklara ya da çılgınlıklara itebilir. Günlük tabii ihtiyaçlarını karşılayabilecek imkana sahip olmak, asgarî seviyede de olsa bir huzur amilidir. Burada sun’î ihtiyaçlara, propaganda ve reklamların oluşturduğu yapma ihtiyaçlar sözkonusu değildir. Asgarî ihtiyaçlarını giderecek yeterli geçim şartlarına sahip olamayanlar, ister istemez sömürülmeye hazır bir ortam oluştururlar. Bu yüzden “ihtiyaç”ın sebep olacağı tehlikelerden Allah’a sığınmak tavsiye edilmiştir.

“Allahın kendisine verdikleriyle geçinmeyi bilmek” yani “kanaat sahibi olmak”, aç gözlülüğü, doyumsuzluğu, nasıl olursa olsun kazanma hırsını, başkalarını kendi çıkarları için kullanmak gibi olumsuzlukları insan ve toplum hayatından uzak tutacak yegane fikrî, psikolojik ve ahlakî esastır. Kanaatsiz olan, geçimi yerinde olmayandan çok daha büyük ölçüde rahatsız ve huzursuzdur, mutsuzdur. Çünkü o, ne kazansa tatmin olmayacak, dünyayı yese de doymayacak, elde ettiklerine şükretmek asla aklına gelmeyecektir. Çünkü o, daima ve sonsuza dek açtır. Zira kanaat hadisimizde de işaret olunduğu gibi Allah’ın kuluna lütfettiği başlıbaşına bir nimettir. Artık iyice anlaşılmıştır ki, ekonominin temeli, ele geçenle yetinmek değil, geçinmektir. Daha fazla kazanmak için, meşru şekilde çalışmakla beraber, ele geçenle idare etmek, kendi kendine yeter olabilmenin ilk ve temel adımıdır. Doyumsuz ve dolayısıyla sorumsuz bir kazanma hırsı milletler düzeyine çıktığı zaman yaygın ve kıtalararası sömürgecilik ve tabii ona bağlı olarak da huzurunu sükûnunu kaybetmiş bir dünya oluşturmaktadır. Bu türlü bir kanaatsizlik, bütün insanî değerleri, insan haklarını, milletlerin kendi değer ölçüleri içinde hür ve müreffeh yaşama haklarını haleldar eder. Dünyanın büyük bir bölümü, kanaatsizleri doyurmak için rahatsız olurken, doyumsuzlar da bir türlü “doyamamanın” sıkıntısı, sömürgeciliğin korkulu huzursuzluğu, bir gün birilerinin elindekileri alacağı kuskusu içinde kıvranır dururlar.

Müslüman milletlerin sömürgeci olmayışının temel sebebi, ümmet çapında yaşayageldikleri kanaattir. Herşeyi dünya ile sınırlı sanan ve bir ahiret fikri olmayan ya da böyle bir sorumluluğu ciddiye almayan fert ve cemiyetler, dünyanın en büyük zalimleri ve sömürgecileridir. Zira sistemler, insanların sahip oldukları inanç ve ahlak değerlerine göre şekillenirler. Günün ekonomik çalkantıları, bir yanda günlük ve tabii ihtiyaçlarını karşılayamayan milletler, öte yanda lüks yatırımlarda birbirleriyle yarışan milletler çarpıklığının doğal sonucu ve bedelidir. İslâm hakim olsaydı, sadece hadisimizdeki gerçeğe bağlı kalma sayesinde bugünkünden çok daha dengeli ve huzurlu bir dünya oluşurdu. Kelimenin tam anlamıyla allak-bullak olan kapitalist ve komünist bloklar, şimdi artık daha dengeli ve insan haklarına daha saygılı bir anlayış ve uygulamayı bağıra bağıra istemekten kendilerini alamamaktadırlar.

Netice olarak hadisimiz, “müslüman kafası, gönlü ve midesi selamettedir”, mesajını vermekte bu açıdan İslâm’ın tam bir kurtuluş olduğunu vurgulamaktadır. Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: “İslâm’a kavuşmuş geçimi yeterli ve kanaat sahibi kişilere ne mutlu.”12

Dipnotlar: 1. Müslim, zekat 125, Ahmed b. Hanbel, 11,168, bk.Tirmizî, zühd 35 ? 2. Al-i İmran (3), 19 3. Al-i imran (3),85 ? 4. el-Maide (5),3 ? 5. Yunus (10), 25 6. bk. Buharî, İman 17 i’tisam 2, 28; Müslim, İman 32-36; Ebu Davud, Cihad 95 ? 7. bk. Buharî, cizye 6. İkrah 2, i’tisam 18, Müslim, cihad 61 ? 8. Ahmed b. Hanbel, ll,204 9. el-Furkan (25),24 ? 10. el-Furkan (25),27-29 11; Al-i İmran (3), 196,197? 12. Tirmizi, zühd 35


Bir önceki yazımda « makalem var.
admin

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?