İMÂN VE İSLÂM Hadisler

yorum yok
1.197 kez görüntülendi okuma
19 Mart, 2014

menkıbe

İMÂN VE İSLÂM’IN FAZİLETİ
1 – Ubade İbnu’s-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Kim Allah’tan başka ilâh olmadığına Allah’ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed’in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem’e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır.”
Buhârî, Enbiya 47; Müslim, İmân 46, (28); Tirmizî, İmân 17, (2640).
Müslim’in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır.”
2 – Ebu Sa’îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.”
Ebu Sa’îd der ki: “Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz…” (Nisa, 40).
Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).
Tirmizî hadis için “sahihtir” demiştir.
3 – Yine Ebu Sa’îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Kim: ‘Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, Resûl olarak Hz. Muhammed’i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)’ derse cennet ona vâcip olur”.
Ebu Dâvud, Salât 361, (1529).
4 – Yine Ebu Sa’îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Bir kul İslâm’a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muâmele görür: Yaptığı her hayır için en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır.”
Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (İman 31), Nesâî, İman 10, (8, 105).
5 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı herbir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır. Bu hâl, Allah’a kavuşuncaya kadar böyle devam eder.”
Buharî, İman 31; Müslim, İman 205, (129).
6 – Muâz İbnu Cebel el-Ensârî (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kimin (hayatta söylediği) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider”
Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3116).
7 – Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek “Ümmetinden kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer” müjdesini verdi” dedi. Ben (hayretle) “zina ve hırsızlık yapsa da mı?” diye sordum. “Hırsızlık da etse, zina da yapsa” cevabını verdi. Ben tekrar: “Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!” dedim. “Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: “Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir”.
Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizî, İman 18, (2646).
8 – Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki şey vardır gerekli kılıcıdır” Bir zat: -Ey Allah’ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir” cevabını verdi.”
Müslim, İman 151, (93).
9 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e “Ey Allah’ın Resûlu, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?” diye sormuştum. Bana: “Hadis’e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını tahmîn etmiştim” açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: “Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimsedir”
Buhârî, İlm 34, Rikak 50.
10 – Süheyb İbnu Sinân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır”.
Müslim, Zühd 64, (2999).
11 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır”.
Müslim, İman 240, (153).
12 – Vehb İbnu Münebbih’in anlattığına göre kendisine: “Lâilâhe illallah cennetin anahtarı değil mi? dendi de: “Evet, öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz” cevabını verdi.
Buhârî, Cenâiz 1.
13 – Abdullah İbnu Mes’ud el-Hüzelî (radıyallahu anh)’nin anlattığına göre, bir adam kendisine “Sırat-ı müstakim (doğru yol) nedir?” diye sordu. Ona şu cevabı verdi:”Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun öbür ucu ise cennete ulaşmaktır. Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar da var. Bunlardan her birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan geçenleri kendilerine çağırıyorlar. Kim bu dış yollardan birine sülûk ederse yol onu ateşe götürecektir. Kim de sırat-ı müstakîme sülûk ederse o da cennet’e ulaşacaktır.” İbnu Mes’ud bu açıklamayı yaptıktan sonra şu ayeti okudu: “İşte bu benim sırat-ı müstakimimdir, buna uyun. Başka yollara sapmayın, sonra onlar sizi Allah’ın yolundan ayırırlar….” (En’âm 152)
(Rezîn İbnu Muâviye’nin ilâvesidir).
İMÂNIN HAKİKATİ
14 – Abdullah İbnu Ömer İbni’l-Hattâb (radıyallahu anh)’ın anlattığına göre, bir adam kendisine: Gazveye çıkmıyor musun?” diye sorar. Abdullah şu cevabı verir: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i işittim, şöyle buyurmuştu: “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe’ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak”.
Buhârî, İman 1; Müslim, İman 22 (….); Nesâî, İman 13, (9, 107-108); Tirmizî, İman 3, (2612).
15 – Yahya İbnu Ya’mur haber veriyor: “Basra’da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma’bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umra vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab’tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî’nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)’la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)’a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmîn ederek, konuşmaya başladım: “Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur’ân-ı Kerîm’i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar.” Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: “Bunlar, “kader yoktur, herşey hâdistir ve Allah önceden bunları bilmez” iddiasındalar.” Abdullah (radıyallahu anh): “Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler.” Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te’kîd ederek şöyle tamamladı: “Allah’a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez.”
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı:
“Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Haz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.” Yabancı: “-Doğru söyledin” diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.
Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna da inanmandır.” Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “İhsan Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”
Adam tekrar sordu: “Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: “Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!” karşılığını verdi.
Yabancı: “Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim’in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.”
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim’deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda “Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’la karşılaştım” şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince şu açıklamayı yaptı: “Bu Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi.”
Müslim, İman 1, (8); Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695); Tirmizî, İman 4, (2613).
Ebu Dâvud, bir başka rivayette “Ramazan orucu”ndan sonra “cünüblükten yıkanmak” maddesini de ilâve eder.
Yine Ebu Dâvud’un bir başka rivayetinde şu ziyâde vardır: “Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi?” Resûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm): “Olup bitan bir işi” dedi.
Adamcağız -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalışılsın ki? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamada bulundu: “Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır.”
Benzer bir hadisi, Buhârî (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’den kaydeder.
Bu hadise Tirmizî hâriç diğerlerinde de rastlanır. Mevzubahis rivayette, “şehâdette bulunman” yerine “Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmaman” ifadesi de yer alır.
Bu hadiste ayrıca “Yalın ayak, üstü çıplak kimseler halkın reisleri olduğu zaman” ziyadesi de mevcuttur.
Şu ziyade de mevcuttur: (Kıyametin ne zaman kopacağı), Allah’tan başka hiçkimse tarafından bilinmeyen beş gayıptan (mugayyebât-ı hamse) biridir buyurdu ve şu ayeti okudu: “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez…” (Lokman, 34),
Buhârî, İman 37.
Bir başka rivayette “üstü çıplaklar” tâbirinden sonra “sağır ve dilsizler arzın melikleri (kralları) oldukları zaman” ziyadesi vardır.
Nesâî’nin Sünen’inde şu ziyade mevcuttur: “Dedi ki: Hayır, Muhammed’i hakikatle birlikte irşad ve hidayet edici olarak gönderen zât’a yemin olsun, ben o hususta (kıyametin ne zaman kopacağı hususunda) sizden birinden daha bilgili değilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdı. Dıhyetu’l-Kelbî suretinde inmiştir.”
16 – Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ıhıp bağladıktan sonra: “Muhammed hanginizdir?” diye sordu. Biz: “Dayanmakta olan şu beyaz kimse” diye gösterdik. -Nesâî’deki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’ın rivayetinde: “Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse” diye tasvîr mevcuttur.-
Adam: “Ey Abdulmuttalib’in oğlu! diye seslendi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Buyur seni dinliyorum” dedi.
Adam: “Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın” dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Haydi istediğini sor!”
Adam: “Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mı gönderdi?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Kasem olsun evet!”
Adam: “Allahu Teâla adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah’a kasem olsun evet!”
Adam: “Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah’a kasem olsun evet!”
Adam: “Allahu Teâla adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana emretti?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah’a kasem olsun evet!”
Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi: “Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabîlemin elçisiyim. Adım: Dımâm İbnu Sa’lebe’dir. Benu Sa’d İbni Bekr’in kardeşiyim.” (Bunu beş kitap rivayet etmiştir. Metin Buhârî’den alınmıştır).
Müslim’in rivayetinde şöyle denir: “Bir adam geldi ve şöyle dedi:
“Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine inanmaktasın.”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Doğru söylemiş” dedi.
Adam tekrar: “Öyleyse semayı kim yarattı?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah!” dedi.
Adam: “Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?” dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah!” dedi.
Adam: Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zât adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Evet!” dedi.
Adam: “Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru mudur?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Doğru söylemiştir!”
Adam: “Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Evet!” dedi.
Adam sonra zekâtı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu.
Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde “Doğru söylemiş” diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: “Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Evet!”
Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: “Seni hakla gönderen Zât’a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilâve etmem, bunları eksiltmem de.”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!” buyurdu.
Buhârî, İlm 6; Müslim, İman 10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâî, Siyâm 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 23, (486).
17 – Talha İbnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm’dan soruyormuş.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Gece ve gündüzde beş vakit namaz” demişti ki adam tekrar sordu:
“Bu beş dışında bir borcum var mı?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Ramazan orucu da var” deyince adam: Bunun dışında oruç var mı? diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır!” Ancak dilersen nâfile tutarsın” dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâtı hatırlattı. Adam: “Zekât dışında borcum var mı?” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır, ama nâfile verirsen o başka!” dedi.
Adam geri döndü ve gider ayak: “Bunlara ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım” dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da: “Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir” buyurdu. Veya “Sözünde durursa cennetliktir” buyurdu.
Ebu Dâvud’da “Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde dursun” şeklinde te’kidli olarak gelmiştir.
Buhârî, İman 34; Müslim, İman 8, (11); Nesâî, Siyâm, 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 1, (391); Muvatta, Kasru’s-Salât fi’s-Sefer 94, (1, 175).
18 – Abdullah İbnu Abbas’ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebîz) hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: “Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e geldiği vakit: “Bu gelenler kimdir?” diye sordu. “Rebîalılar” diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız” buyurdu.
Misafirler: “Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün” dediler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teâla’ya imanı emretti ve sordu:
“İman nedir biliyor musunuz?”
“Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dediler. Açıkladı: Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir.”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabağından yapılmış testiler), nakîr hurma kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).
Buhârî, İman 40, İlm 25, Mevâkîtu’s-Salât 2, Zekât 1, Farzu’l-Hums 2, Mevâkıb 4, Meğâzî 69, Edeb 98, Haberi’l-Vâhid 5, Tevhîd 56, Müslim, İmân 23, 24, 25 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7, (3692); Tirmizî, İman 5, (2614); Nesâî, İman, 25, (8, 120).
19 – Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Kişi dört şeye inanmadıkça mü’min olmuş sayılmaz: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak”
Tirmizî, Kader 10, (2146).
20 – eş-Şerrîd İbnu’s-Süveyd es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, annem bana kendisi adına mü’mine bir cariye âzad etmemi vasiyet etti. Benim yanımda, Sûdanlı (nûbi) siyah bir cariye var, onu âzad edeyim mi?” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Çağır, onu (göreyim)” dedi. Çağırdım ve geldi. Cariyeye sordu: “Rabbin kim?” Cariye: “Allah!” dedi, tekrar sordu: “Ben kimim?” Cariye: “Allah’ın elçisisin!” cevabını verince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bunu âzad et, zira mü’minedir” buyurdu.
Ebu Dâvud, Eymân 19 (3283); Nesâî, Vesâya 8, (6, 251).
21 – Muâviye İbnu’l-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelip: “Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?” diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: “Allah nerede?” diye sordu O:
“Göktedir” deyince, “Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: “Sen Allah’ın Resûlüsün” cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: “Bunu âzad et, zira mü’minedir” buyurdu.
Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).
22 – Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle söylediğini işittim: “İmanın tadını, Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak Muhammed’i seçip râzı olanlar duyar.”
Müslim, İman 56, (34); Tirmizî, İmân 10, (2625).
23 – Abdullah İbnu Muâviye el-Gâzirî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Üç şey vardır. Kim onları yaparsa imanın tadını alır: Sadece Allah’a kulluk eden, Allah’tan başka ilâh olmadığını bilen, her yıl gönül hoşluğuyla zekâtını veren! Zekâtını da yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarının orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-ı Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de en adisinden olana râzı olmuştur.”
Ebu Dâvud, Zekât 4, (1582).
24 – Behz İbnu Hakîm İbni Mu’âviye İbni Hayde el-Kuşeyrî babası tarikiyle dedesinden şunu rivayet ediyor: “Dedim ki: Ey Allah’ın Resûlü, ben sana gelirken, seni ve dinini benimsemiyeceğim diye şunların (ellerinin parmaklarını göstererek) adedinden fazla yemin ettim. Meğerse, Allah ve Resûlünün öğrettiği dışında hiçbir şey anlamayan bir kimseymişim. Şimdi Allah rızası için senden soruyorum. Allah seninle bizlere ne gönderdi?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “İslâm”ı dedi. “Pekâla, dedim, İslâm’ın alâmetleri nedir?” Şu cevabı verdi: “Kendimi Allah’a teslim ettim, başka şeyleri terkettim” demen, namaz kılman, zekât vermendir. Her Müslüman bir başka Müslümana haramdır. İki Müslüman birbiriyle kardeştir ve birbirlerine yardımcıdırlar. Bir kimse Müslüman olduktan sonra müşrikleri terkedip, Müslümanlara karışmadıkça hiçbir ameli (Allah katında) makbul değildir.”
Nesâî, Zekât 72, (5, 82).
25 – Süfyan İbnu Abdillah es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, bana İslâm hakkında öyle bir bilgi ver ki, bana yetsin ve sizden başka kimseye İslâm’dan sormaya hacet bırakmasın” dedim. Şu cevabı verdi: “Allah’a inandım de, sonra da doğru ol” buyurdu.
Müslim, İman 62, (38).
26 – Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, Müslümandır”.
Nesâî, İman 9, (8, 105). Buhârî, Salat 28.
Hadisi Nesâî tahric etmiştir. Ancak, Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî tarafından da rivayet edilmiş olan uzunca bir hadisin bir parçasıdır. Bak:
Tirmizî, İman 2, (2611); Ebu Dâvud, Cihad 104, (2641).
MECÂZ HAKKINDA
27 – Ebu Hüreyre anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “İman, yetmiş küsur -bir rivayette de altmış küsur- şubedir. Haya imandan bir şubedir.”
Buhârî, İman 3; Müslim, İman 57-38, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet 15, (4676); Tirmizî, İman 6, (2617); Nesâî, İman 16, (8, 110); İbnu Mâce, Mukaddime 9, (57).
Bir rivayette şu ziyâde vardır: “Bu şûbelerden en üstünü “Lâilâhe illallah” sözüdür, en aşağı mertebede olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi kenara çıkarmaktır.”
28 – Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
“Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm’ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak.”
Buhârî, İman 9, 14, İkrâh 1; Müslim, İman 67, (43); Tirmizî, İman 10, (2626); Nesâî, İman 3, (8, 96); İbnu Mâce, Fiten 23, (4033).
Nesâî’nin kaydettiği bir diğer rivayette “bu ikisi dışında kalan” tabirinden sonra şu ziyâde vardır. “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek.”
29 – Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz”
Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70, (44); Nesâî, İman 19,(8,114, 115).
Nesâî’nin bir rivayetinde “…malından ve ailesinden daha sevgili…” denmektedir.
30 – Yine Hz. Enes (radıyallahu anh)’in rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez.”
Nesâî’nin rivayetinde “…hayır şeylerden” ziyâdesi mevcuttur.
Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71, (45); Nesâî, İman 19, (3, 115); Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyamet 60, (3517); İbnu Mâce, Mukaddime 9, (66).
31 – Ebu Ümâme (radıyallahu anh), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını kemâle erdirmiştir”.
Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4681).
32 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.”
Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).
33 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terkedendir.”
Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64, (40); Ebu Dâvud, Cihâd 2, (2481); Nesâî, İman 9, (8, 105). (Metin Buhârî’ye aittir).
Sahiheyn ve Nesâî’de gelen bir başka hadiste şöyle denir: “Bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, İslâm’da hangi amel daha hayırlıdır?” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Yemek yedirmen, tanıdık tanımadık herkese selam vermen” dedi.
34 – Ebu Saîdi’l-Hudrî (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in
şöyle dediğini rivayet etti:
“Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun mü’min olduğuna şehâdet edin, zira Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inananlar imar ederler” (Tevbe 18),
Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, (3092).
35 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: “Üç şey vardır ki imanın aslındandır:
1. Lâilâhe illallah diyene saldırmamak: İşlediği herhangi bir günahı sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de İslâm’dan dışarı atma.
2. Cihad, bu Allah’ın beni peygamber olarak gönderdiği günden, bu ümmetin Deccâl’e karşı savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamın zâlim olması, ne de âdil olması ortadan kaldıramayacaktır.
3. “Kadere iman”.
Ebu Dâvud, Cihad 35, (2532).
36 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in ashabından bir kısmı ona sordular: “Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına kaniyiz.” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?” diye sordu. Oradakiler Evet! deyince: “İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.
Müslim, İman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).
Diğer bir rivayette: “(Şeytanın) hilesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamdolsun” demiştir.
Müslim’in İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’dan kaydettiği bir rivayet şöyledir: “Dediler ki: “Ey Allah’ın Resulû, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercîh eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir” cevabını verdi.”
KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ
37 – İbn-i Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Ben insanlar Allah’tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm’ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah’a kalmıştır”.
Buhârî, İmân 17; Müslim, İman 36, (22);
Müslim’deki rivayette “İslâm’ın hakkı hâriç” ibâresi mevcut değildir.
38 – Ubeydullah İbnr Adiy İbnu’l-Hıyâr (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ashabıyla otururken bir adam gelerek gizlice bir şeyler fısıldadı. Ne gibi bir sır tevdi etmişti bilmiyorduk. Nihayet Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu açıkladı. Meğerse o zat, münafıklardan birini öldürmek için izin istiyormuş. Adama: “Peki o Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi bulunduğuna şehâdet etmiyor mu?” diye sordu. Adam: “Hayır o şehâdeti ikrâr etmiyor” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Namaz kılıyor mu?” diye sordu. Adam: “Hayır namaz da kılmıyor” deyince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm); “Allah’ın öldürmekten beni men ettiği kimseler işte böyleleri” buyurdu”
Muvatta, Kasru’s-Salât 84, (1, 171).
39 – Târik el-Eşca’î (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini haber verdi:
“Kim Lâilâhe illallah der ve Allah’tan başka mâbudları reddederse, Allah onun malını ve kanını haram kılar. (Samimî olup olmadığı meselesi Allah’a aittir.)
Müslim, İman, 37, (23).
Yine Müslim’in bir başka rivayeti “Kim Allah’ı birlerse” diye başlar ve yukarıdaki şekilde devam eder (38. hadis).
BİAT AHKÂMI
40 – Ubadetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz, bir seferinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le aynı cemaatte beraber oturuyorduk ki: “Allah’a hiçbir şey ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina fazîhasını işlememek, Allah’ın haram ettiği cana meşrû bir sebep olmaksızın kıymamak şartları üzerine bana biat edin” buyurdu.
Bir diğer rivayette “…Çocuklarınızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak, meşru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere- isyan etmemek üzere biat edin. Kim vereceği bu sözlere sâdık kalır, ahdine vefa gösterirse karşılığını Allah’tan alacaktır. Kim de bu yasaklardan birini işleyecek olursa artık işi Allah’a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse azab verir, cezalandırır” buyurdu. Biz de bu şartlarla biat ettik.”
Buhârî, İman 11; Müslim, Hudud 41, (1709); Nesâî, Bey’a 17, (7, 148); Tirmizî, Hudud 12, (1439).
Nesâî, bir başka rivayette “…karşılığını Allah’tan alacaktır” ifadesinden sonra şu ziyadeyi kaydeder: “Kim bunlardan birini işler, sonra da dünyada cezalandırılırsa, çektiği bu ceza onun için kefaret ve o günahtan temizlenme olur.”
Buhârî, Müslim, Muvatta ve Nesâî’de gelen bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hoş şartlarda olsun nâhoş şartlarda olsun, aleyhimize kayırmaların yapılıp, hakkımızın çiğnendiği hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karşı iktidar kavgası yapmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek, Allah’ın emrini yerine getirmede kınayanların kınamalarından korkmamak üzere biat ettim.”
Bir başka rivayette şu ifadeye rastlanmaktadır: “…İktidar sahibine karşı onda, Allah’ın kitabında gelmiş bulunan bir delil sebebiyle te’vil götürmeyen açık bir küfür görülmedikçe iktidar kavgası yapmamak…”
41 – Avf İbnu Mâlik el-Eşca’î (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in huzurunda yedi veya sekiz veyahut dokuz kişiydik. “Allah Resûlü’ne biat etmiyor musunuz?” dedi. Ellerimizi uzatarak: “Hangi şarlara uymak üzere biat edeceğiz ey Allah’ın Resûlü?” dedik. Şu cevabı verdi:
“Allah’a ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak (verilen emirlere) kulak verip itaat etmek -ve bu sırada gizli bir kelime fısıldayarak devamla- “Halktan hiçbir şey istemeyin” buyurdu. Avf İbnu Malik İlâveten der ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineğinin üzerinde iken kazara kamçısı düşse kimseye “Şunu bana verir misin?” diye talebde bulunmaz (iner kendisi alır)dı.”
Müslim, Zekât 108, (1043); Ebu Dâvud, Zekât 27, (1642); Nesâî, Salât, 5, (1, 229); İbnu Mâce, Cihâd 41, (2867).
42 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e kulak vermek ve itaat etmek şartıyla biat ederken “Gücünüzün yettiği şeylerde” diyordu.
Buhârî, Ahkam 42; Müslim, İmâret 90, (1867); Nesâî, Bey’at 18, (7, 148); Tirmizî, Siyer 37, (1597); Muvatta, Bey’at 1, (2, 982); İbnu Mâce, Cihâd 43, (2874).
43 – Ümeyme bintu Rukayka (radıyallahu anh) dedi ki: “Ensâr’dan bir grup kadınla Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelip kendisine: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, çalmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftira atmamak, sana meşrû emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz” dedik. Hemen ilâve etti: “Gücünüzün yettiği ve takatınızın kâfi geldiği şeylerde”. Biz: “Allah ve Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim” dedik.
Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayı kastedmişlerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Ben kadınlarla müsâfaha etmem, benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer” buyurdu.
Muvatta, Bey’a 2, (2, 982); Tirmizî, Siyer 37, (1597).
MUHTELİF AHKÂMLAR
44 – Amr İbnu Ebî’l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le birlikte Veda haccı’nda bulundum. Orada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) irad ettiği hutbede önce Allah Teâla’ya hamd ü sena, hatırlatma ve tavsiyelerden sonra şöyle devam etti: “Hangi gün (bu günden) daha (mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç kere tekrarladı. Cemaat: “el-Haccu’l-Ekber günü” diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devam etti: “Öyle ise bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu ayınızda, bu beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi helâl değildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadır, terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın sâdece sermaye kısmını yâni aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi’l-Muttalib’in faizi hâriç. Zira onun tamamı mülgadır, terkedilmiştir. Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga ettiğim ilk câhiliye kanı da el-Hâris İbnu Abdü’l-Muttalib’in kanıdır. Hâris, Benu Leys’ten tuttuğu bir süt anneye bebeğini emzirtiyordu. Çocuğu Hüzeyl adında birisi (bir kavga sırasında attığı bir taşla kazâen) öldürmüştü. Sakın ha, kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara iyi muamelenin dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına sâhip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hâriç. Çirkin iş yapmaları hâlinde, önce yataklarını ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamıyacak şekilde dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onların yaptığına ayırma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahâne) aramayın. Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır.
Haberiniz olsun, şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen tapılmayacağını idrak etmiştir. Fakat, sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu memnun kılacak (menfî neticeler hâsıl edecek)tır.
Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).
45 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Haccı’nda şunu söylediler: ” (Ey ahâli) hangi ayın hürmetce daha ileri olduğunu biliyor musunuz?” Halk: “Şu içinde bulunduğumuz ay değil mi?” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Peki, hangi bölgenin hürmetçe daha önde olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Halk: “Şu yerler değil mi?” cevabını verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar: “Pekâla hangi günün hürmetçe daha üstün olduğunu biliyor musunuz?” dedi. Halk: “Şu içinde bulunduğumuz gün değil mi?” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine şöyle devam etti: “Öyleyse bilin ki Allah Teâla, sizlere, meşrû sebep dışında kanlarınızı, mallarınızı, ırzlarınızı haram kılmıştır, tıpkı şu beldede, şu ayda, şu günümüzü haram kıldığı gibi.” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bundan sonra üç sefer tekrar ederek sordu: “Duydunuz mu, tebliğ ettim mi?” Halk her defasında “Evet” cevabını verdi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini şöyle tamamladı: “Sakın ha! Benden sonra tekrar küfre dönüp birbirinizin boyunlarını vurmaya kalkmayın!”
Buhârî, Hudud 9, Riyât 2, Hacc 132, Meğâzi 77, Fiten 8, Edeb 43; Müslim, İman 120 (66); Ebu Dâvud, Sünne 16, (4686). Metin Buhârî’ye aittir.
46 – Ebu Bekre Nufey’u’bnu’l-Hâris es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Zaman, döne döne Allah’ın arz ve semâvâtı yarattığı gündeki düzenini tekrar buldu. Sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aydır. Haram aylar da üç tanesi peş peşe gelir: “Zül-kade, Zü’l-hicce ve Muharrem. Bir de Cumâdî ve Şâban ayları arasında yer alan Mudarlılar’ın Receb’i.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:
“-Bu ay hangi aydır?” Biz: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedik. Bir müddet sustu. Biz ayın ismini değiştirecek zannettik. Ancak şunu söylediler:
“-Bu zi’l-hicce değil mi?”
“-Evet!” karşılığını verdik. Devam etti:
“-Peki burası neresidir?” Biz:
“-Allah ve Resûlü daha iyi bilir” cevabını verdik. Yine sustu ve biz bölgenin ismini değiştirecek vehmine kapıldık.
“-Burası haram bölge değil mi?” dedi.
“-Evet” dedik.
“-İçinde bulunduğunuz gün nedir?” diye tekrar sordu, biz yine:
“-Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedik. Tekrar sustu ve biz yine günün ismini değiştirecek zannına düşmüştük ki:
“-Kurban günü değil mi?” dedi.
“-Evet” cevabımız üzerine sözüne devam etti:
“-Bilin ki, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize kesinlikle haramdır, tıpkı bu yerde, bu ayda şu gününüzün haram olması gibi. Rabbinize kavuştuğunuz zaman sizi yaptıklarınızdan hesaba çekecek. Sakın benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın. Bu söylediklerimi duyanlar, duymayanlara ulaştırsınlar. Bazan söz kendisine ulaştırılan kimse, ulaştırılan sözü, bizzat dinleyenden daha iyi beller.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sonra şunu ekledi: ” Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?” üç defa tekrarladı.
“-Evet” cevabımız üzerine:
“-Ya Rabbi şâhid ol!” dedi.
Buhârî, Hacc 132, Edâhî 5; Tefsîr, Berâe 8, Bed’i’l-Halk 2, Fiten 8, İlm 9; Müslim, Kasâme 29, (1679); Ebu Dâvud, Hac 63, (1947).
Müslim’in rivâyetinde şu ziyade var: “Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) beyazı galebe çalan alaca iki koyuna yöneldi ve onları kesti. Sonra da koyunun bir parçasını alıp aramızda taksim etti.”
Rezîn, rivayetin arasına şunu ilâve eder: “Üç şey vardır, bir mü’minin kalbi onlara karşı ebediyen ihânet etmez; ameli sırf Allah için yapmak, idareyi elinde tutana karşı hayırhah olmak, Müslümanların cemaatine katılmak, çünkü onların duaları cemaate dahil olanların hepsini içine alır.” İbnu’l-Esîr: “Bu ziyâdeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim” der.
Bu ziyadenin mânası şudur: Bu üç şeyde kalbler huzura kavuşur. Kim bunlara yapışır, riayet ederse, kalbi hıyânet, hile ve şer gibi mânevî kirlerden temiz kalır.
47 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Her çocuk fıtrat üzerine doğar” buyurdu ve sonra da “Şu ayeti okuyun” dedi: “Allah’ın yaratılışta verdiği fıtrat…” (Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı: “Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?” Dinleyenler: “Ey Allah’ın Resûlu, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: “(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi Allah daha iyi bilir.”
Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714).
Bir başka rivayette: “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın” buyurulmuştur.
İMÂN VE İSLÂM’A GİREN MÜTEFERRİK HADİSLER
48 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Mü’min, mütemadiyen rüzgarın eğici tesirine mâruz bir bitkiye benzer. Mü’min, devamlı belalarla başbaşadır. Münâfığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz.”
Buhârî, Mardâ 1; Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sıfatu’l-Münâfıkûn 58, (2809).
49 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştu: “Mü’min, yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer.” Halk falanca ağaç, fişmekânca ağaç diye tahminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, “Bu, hurma ağacıdır” demek istedim, ancak (yaşım küçük olduğu için) utandım. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Bu hurma ağacıdır” diyerek açıkladı.”
Buhârî, İlm 4, Edeb 79; Müslim, Sıfatu’l-Münâfıkûn 64, (2811).
50 – Nevvâs İbnu Sem’ân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah, bize iki tarafında iki ev bulunan bir doğru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev değil “İki sur” denmiştir- Bu evlerin açık olan kapıları vardır. Kapıların üzerine de perdeler çekilmiştir. Biri yolun başında, biri de onun yukarısında durmuş iki dâvetçi (gelip geçenlere) şu dâveti okuyorlar: “Allah cennete çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir” (Yunus, 25).
Yolun iki yakasındaki kapılar ise Allah’ın hududu (yani yasakları)dur. Hiç kimse perdeyi açmadan bu yasaklara düşmez. Kişinin yukarısındaki davetçi, Rabbisinin vâiz’idir”
Tirmizî, Emsâl 1 (2863).
Rezîn, bu temsili, İbnu Mes’ûd tarafından rivayet edilen bir hadisle açıklar: Doğru yol; “İslâm’dır, kapılar; Allah’ın haramlarıdır, perdeler; Allah’ın hudududur (yasaklar); yolun başındaki dâvetçi; Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bunun yukarısındaki davetçi; her mü’minin kalbinde yerleştirilmiş olan (bazan vicdan, bazan sağ duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu -ki, buna bazı hadislerde lümme-i melekîye de denmiştir- vâizullah’tır.”
51 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “İslâm garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garîb hâle dönecektir. Gariblere ne mutlu!”
Müslim, İmam 232, (145) Tirmizî, İman 13 (2631).


Bir önceki yazımda « makalem var.
babasultan

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?