Ila’yı Kelimetullah Cihad

yorum yok
836 kez görüntülendi okuma
8 Ağustos, 2014

ak47smoke7qx0yard0

16 Mart Cuma namazı hutbesi, Çanakkale Zaferi’nin 86. yıldönümü sebebiyle, bu konuya tahsis edilmişti. Hutbeyi dinlediğim günlerde, muhterem M. Fethullah Gülen’in İ’lâ–yı Kelimetullah veya Cihad kitabını okuyordum. Bu kitapta da Çanakkale Savaşı’na atıflara rastlamıştım. Böylece, plânlamaksızın bir araya gelen üç vesile beni; cihadın, milletin ve vatanın bekasının ve bu uğurda fedakârlığın, gazilik ve şehitliğin öneminden bahseden bu kitabı tanıtmaya sevketti. Kitap 1998’de yayınlandığından (İzmir, Nil Yayınları, 178 s.) yeni değilse de, benim gibi okumakta geciken okuyucular için, bu tanıtmanın faydalı olacağını umarım.

Dikkati ilk çeken özellik, kitabın ismi oluyor. Cihaddan bahseden eseri adlandırırken muhterem müellif “İ’lâ–yı Kelimetullah”ı başa almakla demek istiyor ki, cihadın gayesi, güzelliklerin ve mutlulukların kaynağı olan Allah’ın dininin yayılmasıdır. Sonra gelen “cihad”da elbette bu mânâ vardır. Fakat onda “Allah’ın dininin yüceltilmesi” mânâsı gizli kaldığından, yazar bunu ön plâna çıkarmak ihtiyacını duymuştur ki bu vurgu, pek yerinde olmuştur. Oryantalislerin ve Kur’ân–ı Kerim’i Batı dillerine tercüme edenlerin ekserisinin cihad kelimesini la guerre sainte (kutsal savaş) diye karşılamaları, bu vurgunun ne derecede gerekli olduğunu gösterir. Zira meşru savaş, cihadın tezahürlerinden sadece biri olup bu kelime çok kapsamlı bir kavrama delâlet etmektedir.

Görebildiğim kadarıyla kitabın üç mihveri bulunmaktadır:

1–Cihadın önemini anlatıp gaziliği ve şehitliği sevdirme; her Müslüman’ın cihadla yükümlü olduğunu bildirme (s. 65); millî varlığımızı korumak için her zaman hazır olmayı sağlama (s. 70); cihadın iç ve dış huzurun garantisi olduğunu anlatma (s. 99).

2–Bir itibarla, küçük cihad denilen cihad nev’inin yanında, büyük cihad da bulunmaktadır. Mü’min, her ikisini de îfa ederek dengeyi sağlamakla görevlidir.

3–Her iki cihad nev’ini de güzel bir şekilde uygulayan başta Sahâbe dönemi olmak üzere, İslâm–Türk tarihinden örnek şahsiyetleri hatırlatma (Hz. Ali, Hz. Hamza, Ca’fer–i Tayyar, Enes b. Nadr (r. anhum ecmaîn) gibi zatların, Murad Han’ın, Fatih’in, Yavuz’un, Çanakkale şehitlerinin kahramanlıkları ile Bedir, Uhud, Yermuk, Yemame savaşları vb.).

Kitabın asıl gayesi, milletin ve vatanın bekası için gazilik ve şehitlik bilincinin diri tutulmasıdır. Muhterem müellif, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in “Ah ne kadar arzu ederdim ki Allah yolunda öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim.” hadisini ve “Bir gün Allah yolunda sınır muhafazasına bağlı kalıp nöbet beklemek sevabı, dünyadan ve dünya üstündeki her şeyden hayırlıdır.” hadisini esas alarak (s. 14–15), bu konuyu kitap boyunca işlemektedir.

Ona göre küçük cihadda maddî, büyük cihadda ise mânevî yön ağır basmaktadır. Fakat küçük cihad, sadece savaş cephesinde îfa edilen bir cihad şekli olmayıp, cihadın yelpazesi Şarktan Garba kadar geniştir. Bazen bir kelime, bazen bir susma, bazen bir yüz ekşitme (…) bile İslâmî cihadın kapsamına girebilir (s. 19). Mânevî cepheyi teşkil eden büyük cihad ise, insanın nefsindeki egoizm, kin, nefret, haset, kibir ve övünme gibi yıkıcı hislerle mücadele etmesidir (s. 21). Ama büyük cihad bu olmakla beraber, birinciye küçük denmesi, ikincinin daha zor olduğundandır, yoksa gerçekten küçük olduğundan değildir. Nasıl büyük olmasın ki bu yolda gazi olup Cennet’e aday olma veya şehid olup berzah hayatında dipdiri yaşama makamı vardır.

Kitabın asıl gayesi, milletin ve vatanın
bekası için gazilik ve şehitlik bilincinin diri tutulmasıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in “Ah ne kadar arzu ederdim ki Allah yolunda öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim,sonra yine öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim,
sonra yine öldürüleyim.” ve “Bir gün Allah yolunda sınır muhafazasına bağlı kalıp nöbet beklemek sevabı, dünyadan ve dünya üstündeki her şeyden hayırlıdır.” hadisini esas alarak (s. 14–15), bu konuyu kitap boyunca işlemektedir.

Bu kitapla, büyük ilim adamımız merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin Askere Din Kitabı eserinin muhtevası arasında paralellikler bulunmaktadır. Nitekim daha hacimli olan bu kitap da (2. basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1945, s. 480) cihadın bütün fertler için lüzumu (s. 286), komutana kayıtsız şartsız itaat (s. 290), düşmana karşı kuvvet hazırlama (s. 94–95), cihaddan kaçmanın alçaklık olduğu (s. 380–381), sır saklamanın lüzumu (s. 375), hainlikten uzak durma (s. 375) konularına değinmekte, Hz. Ali, Hz. Hamza, Hz. Ebû Dücane, Hz. Zübeyr (r. anhum) gibi ashaba (s. 74–76), keza Bedir, Uhud, Yermuk, İstanbul’un Fethi, Çanakkale, İstiklal Savaşı gibi savaşlara atıflarda bulunmaktadır. Bu kitap, ilkin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın isteği üzerine hazırlanmış, orduya dağıtılmış, daha sonra mükerrer basımları da yapılmıştır.
İşte muhterem Fethullah Gülen de bu kitabında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hazırlatılan kitabın muhtevasını, yarım asır kadar sonra, kısmen yeniden ele alıp değişik bir üslûpla sunmaktadır. Ona göre cihadın gayesi şöyle özetlenebilir: “Dahilden veya hariçten gelen felâketler karşısında mü’min cihada koşacak, ailesine, dinine, vatanına ve milletine yönelik vazife ve sorumluluğunu yerine getirecektir” (s. 113). “Cihadın gayesi, milletimizi ayakta tutan bütün temel dinamiklerin en ileri seviyede güç ve kuvvetimizi ispat etmesidir. Bunun için, ordumuz en modern silâhlarla mücehhez olmalı, maarifimiz en yeni buluş ve bilgilere beşiklik etmeli; emniyet kuvvetlerimiz diğer devletlerin bile güvenliğini temin ve anarşiyi ortadan kaldırmak için bize müracaat edecekleri bir düzeye getirilmelidir.” (s. 100)

“Hatta bu iş, şartlar gerektirdiği zaman, bütün millet fertlerine de düşebilir. Her Müslüman, gerektiği zaman, dahilî ve haricî her türlü tecavüze karşı devletin askeriyle ve emniyet güçleriyle birleşip bütünleşecektir. Yeter ki devlet ona çağrıda bulunsun ve görevlendirsin. Fakat burada kaş yapayım derken göz çıkarmayacak, devletin sevk ve idaresinden ayrı yapılacak her ferdî hareket, bir başka anarşiye zemin hazırlayacağını unutmayacaktır.” (s. 103)
Müellifimiz cihadın gayesinin halis kılınmasında çok hassastır. Cihad, bir çok kişinin anlatımında, dünya menfaatleriyle karıştırılır. Toprak fethetmek, toplumu düzeltmek gibi meşru bir gaye için güç sahibi olmak bunlardandır. O, konuyu genel hatlarıyla anlatmakla yetinmez. İşin öneminden ötürü, herkesin kafasına ve kalbine yerleştirmek için müşahhas tarzda açıklar: “Bir mücahit düşünün ki, millet vekilliğine giden merdivenler ayağının dibine kadar getirilmiş veya kendisine başbakanlık veya reisicumhurluk teklif edilmiştir. Evet, böyle bir durumda dahi o, bu kudsî vazife ile alâkalı en küçük hizmeti, bütün bu tekliflere tercih edecektir. İşte cihad ruhunu ve mücahede aşkını kavramış ve bizim de yıllar yılı beklediğimiz, arzuladığımız insan, bu insandır. (s. 121)

“Maddî ve mânevî füyuzat hislerinden fedakârlıkta bulunmayan ve bu mevzuda daha baştan verilmiş bir kararı bulunmayan insana gelince, biz ondan hiçbir şey bekleyemeyiz. Beklemek bir yana, sahnede görüldüğü andan itibaren başımıza getireceği gailelerden endişe ederiz. Dünyasını, ukbâsını terk etmemiş, bu terk etmesini dahi unutmamış, aşk–ı mutlak ve zevk–i mutlak için bütün huzûzâtını, verdiği mücadelenin içinde görmeyen, zevkini nefs–i sa’y içinde aramayan (yani en büyük tatminini yaptığı işte bulmayan), Cenab–ı Hakk’a yönelip ‘Senin yolunda olmak ne tatlı!’ diyemeyen bir insanın, mücadele vereceğine, mücadelesinin semeredar olacağına, onun Müslümanlık hesabına kurtarıcı bir rol oynayacağına inanmıyoruz.” (s. 122)

Demek insan sadece savaşmakla yetinmeyecek, şu şartları da gerçekleştirmeye çalışacaktır:

1. Dünya menfaatlerini terk edecektir.

2. Ukbâ mertebelerine bile talib olmayacaktır.

3. Dünya ve ukbâ menfaatlerini terk ettiğini bile unutacak, bunu asla iddia etmeyecektir. Değil böyle bir iddia içinde olmak, bunu hatırından bile geçirmeyecektir.

4. Bütün zevkini vazife aşkında bulacak, görevini yapmak kendisinin başlıca gıdası olacaktır. Meselâ, Güneş nasıl yanarak, aydınlatarak, ışık vererek zevkini alıyor, başkaca bir ücret ve mükâfat istemiyorsa; bir üzüm asması veya bir incir ağacı, nasıl kendisi çamur yiyip başkalarına tatlı bir şerbet ikram ediyorsa, kendisi de böyle bir ferağat içinde bulunacaktır.

5. Bu olgunlukta olmayan birinin, Müslümanlık lehinde bir rol oynayabileceğini düşünmüyoruz. “Ebedî Güzel’i ve ebedî güzellikleri gören bir kimse, nasıl olur da şu fâni dünyaya meyl eder ki?” (s. 145)

Değerli yazar, dahilî tehlikelerden ne kasd ettiğini de açıkça anlatıyor. Meselâ, 1980 öncesinde enternasyonali okuyan, Marksist, Leninist, Maoist ideolojilerin peşinden giden anarşistler, caddeden geçen arabaları çevirip, önlerine alıyor, onlarla barikatlar yapıyor, devletin askerine ve polisine siper olarak kullanıyorlardı. Bir defasında bir kamyonu da durdurup barikatlarına dahil etmek istemişler, ama kamyon şoförü inip yirmi kadar anarşisti püskürtmüştü. Yazar bu şoförü çok över ve her Müslüman vatandaşın, yeri geldiğinde benzer cesareti göstermesini tavsiye eder: “O, milletine, devletine, muhafaza güçlerine yardımcı olarak eşkiyayı yakalayacak, yakalattıracak ve onun hakkından gelecektir. Yalnız, yanlış tevil ve tefsirlere meydan vermemek için, ısrarla belirtmeliyim ki hiç kimseye ‘Silâhlanıp sokağa dökülün’ demiyorum. Kasdım, Allah’a inanan insan için korku veya paniğin söz konusu olamayacağını vurgulamaktır.” (s. 134)

Mü’minler, kadınıyla erkeğiyle, ihtiyarıyla genciyle, hattâ gerektiğinde çocuğuyla devletin yanında yer alarak iç bünyeyi sarsan fesat şebekesini ortadan kaldırıncaya kadar cihad ve kavgasını devam ettirir (…), meselâ anarşistler: “Bu gün dükkânlar kapanacak, kepenkler çekilecek!” diye ültimatom gönderseler, mü’min o gün başka bir mazeretinden dolayı dükkânını kapatacak dahi olsa, her türlü mazereti bir tarafa atacak ve gidip dükkânında oturacaktır. Bunu yapmak onun için, cihadların en büyüğüdür. Bu, zulmün karşısına dikilip, fiilen zalimin yüzüne tükürmek demektir. Bu, onun için açılan bir şehadet kapısıdır. Zira Allah Resulü (s.a.s.), “Malını müdafaa ederken öldürülen, şehittir.” buyurmaktadır. (s. 101-102)

Yazarımızın bütün ideali; imanlı, iyi eğitim ve terbiye gören, güzel ahlâklı, fikren ve ruhen tekâmül etmiş, bilgili insanların yetişmesi ve ülke hizmetinde çalışmaları için gayret göstermektir. Bunu temin için örneklerini Osman Gazi’den, Süleyman Şah’tan (s. 59), Çanakkale gazi ve şehitlerinden (s. 60) alır. Vatanın müdafaası ve tehlikeden korunması için, uyanık gözlerle nöbet tutan askerleri tebcil eder. (s. 51) Askerliğin neden lüzumlu olduğunu açıklar. Askerlik yorulma, masraf etme, savaş hâlinde beldeleri tahrip etme, öldürme ihtiva etmesi sebebiyle bizzat güzel olmasa da neticeleri itibarıyla güzel olan güzel şeyler kâbilindendir. Zira Allah’ın dinini yüceltmeye vesile olması, Müslümanlara tecavüz edenleri sindirip caydırması, mazlum ve güçsüz insanları himayeye vesile olması gibi yönlerden lüzumlu ve güzel olduğunu söyledikten sonra konuyu şöyle bitirir: “Evet, mü’min cihad edecek; ata, uçağa binecek, tank ve uçaksavar kullanacak; ama bütün bunları, Allah’ın yüce adını yükseltmek gayesiyle yapacaktır.” (s. 51)

Kitabın sonunda, kaynak olarak kullanılan tefsir, hadis, İslâm Tarihi gibi bilim dallarına ait klâsik kaynakların listesi yer almaktadır. Bazı reformcuların ve yenilik taraftarlarının kitabı geleneksel bularak eleştirmeleri mümkündür. İslâm Dini ile Türk Tarihi ve Türk Ordusu ile başı hoş olmayanların da rahatsız olmaları normal karşılanabilir. Keza devleti benimsemeyenler de bu kitabı “devletçi” bulabilirler. Fakat dinine, ahlâkına, vatanına, devletine, ordusuna bağlı olan bir kimsenin bu kitapta rahatsız olacağı bir yer bulması mümkün değildir. Cihad ruhundan, gazilik ve şehitlik idealinden kaçanlar, Türk milletini, 2. Dünya Savaşı sırasında önce zevkine sonra Almanlar’a esir düşen Fransızlar’ın, Vietnam’da bozguna uğrayan idealsiz Amerikan askerinin veya Afganistan’ı terk etmeye mecbur kalan Rus Kızıl Ordusu’nun durumuna düşürmek isteyenlerdir. Allah’a şükürler olsun ki böyle ilim adamlarımız bulunduğundan, Allah rızasına nail olmak gayesiyle vatan ve millet için çalışan hayırlı insanlarımız çoğunlukta olduğundan, bu olumsuz kişiler marjinal kalmaya mahkûm olup, fikirlerini açıklayacak cesareti bulamamaktadırlar. Bundandır ki, gizli vesveselerle vehimleri harekete geçirme cihetine gitmekte, geçici olarak bazı insanları aldatabilmektedirler. Fakat tecrübelerin dediği gibi, “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.”


Bir önceki yazımda « makalem var.
babasultan

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?