Nasihatler
SOFIYE NASIHAT -1-
Sultanimiz Seyyid Muhammed Rasid hazretleri ile hacca giderken,
Muhiddin Arabî hazretlerinin ziya-retlerinde bulunmak bize de nasip olmustur.
Muhiddin Arabî hazretleri soguk bir kis gününde üç kisi ile sohbet ediyorlardi.
Bulunanlardan biri de filozoftu.
Sohbet esnasinda konu Hazreti Ibrahim (A. S) in atese atilmasina geldi.O filozof söyle bir fikir serdetti:
Cahil insanlar, Kur’an-i Kerim’ de geçen Ibrahim (A. S) kis-sasini yanlis anliyorlar.
Nasil yanlis anliyorlar? Ayette, Ibrahim Halilullah’in atese atilmasi ve atesin onu yakmamis olmasi dogru olmakla beraber,
insanlarin anladigi manada noksanlik vardir.
-Nasil?
-Kur’an’da geçen ates, Nemrut’ un Ibrahim (A. S) a olan gazap ve hiddetinden ibarettir.
Yoksa ates yakicidir, insani yakmaz mi?
Bir insanin imani zayif ise, kendisinden daha belagatli konusan birisinin tesiri altinda kalabilir.
Ilimden maksad yakîndir, müsa-hededir.
Müsbet ilimde, fizik, kimya, biyoloji gibi ilimler laboratuarlarda müsahede edilir, îslâm dinini laboratuari yok mudur?
Islâm dinin de müsahede imkani vardir.
Muhteremler! Sofilerde görülen harikulade meselelere “hal” denilir;
keramet denilmez. Keramet, bilindigi üzere velinin halidir. “Keyfin nasil?” denilince,
akla maddî alem gelir. “Halin nasil?” denilince, maneviyat ve kalbin ahvali sorulur.
Hal, kalbin raporudur. Sofinin hali mürsidin kemalat ve kerametinden neset eder.
Onun için, zayiflari tesvik, itikadi kuvvetlendirmek, gidilen yolun hakîkatini idrak ettirmek maksadiyla Allahu Teala bazan kullarina “hal” gösterir.
Ne var ki tasavvufî hayatta ilmi noksan olan cemaat buna keramet der.
Keramet devamlidir, kemalatin eseridir. Hal geçicidir, verildikçe görülür, görüldükçe parlar.
Muhteremler, itikadin kavî olmasi için tasavvufî hayatta kamil mürsidin laboratuarinda,
bir profesörün kürsü-sündeki inceliklerle hadiseyi müsahede etmek lazim gelir.
Atesin insani yaktigi dogrudur ama yakmadigi da olur. Bunu bizzat müsahede ettigim bir olayla nakledeyim:
Erzurum’da, binbasi oldugum yillarda,
Gavsimiz Seyyid Abdülhakim Hüseynî hazretlerini ziyaret etmek üzere bir minibüs dolusu sofi ile yola çiktik.
Tunceli’ye dogru gelirken bir benzinlikte durduk.
Arkadaslarimdan biri, o benzinligin lokantasinda çalisan Canib isimli,
Erzurum’un meshur ulemasindan birinin torununun bulundugunu söyledi.
Lakin Canib, dedelerinin yoluna uygun bir yasantida degildi.
Çalistigi lokanta da içkili idi. Canible konusup sohbet etmeye karar verdim.
Ikna etmeye çalisacaktim.
Canib’i çagirttik. Minibüsle üç-bes kilometre uzakta agaçlik bir yere götürdük.
Canib’e tasavvufî hayati uzun uzun anlattik.
Çok etkilendi ve mürid oldu.
Ve bize, bu içkili lokantada çalis-maya son verecegine söz verdi.
Vedalasip ayrildik.
Iki ay kadar sonra Gavsimizi ziyarete gittigimde Canib’i orada görünce hem sasirdim
hem de çok sevindim.
Aylardan Ocak iki. Canib dereye abdset almaya gitti.
Abdest alirken suya düsüp bastan asagi islanmisti.
Onu bu halde görünce, çantamdaki yedek çamasirlarimi ona giydirmek istedim.
Arkadaslara, alt kattaki sobayi kuvvetlice yakmalarini söyledim. 70-80 santim çapinda büyük bir odun sobadaydi.
Canib’i çamasir degis-tirmeye iknaya çalisiyordum ama o geçirdigi manevî hal ile bana karsi çikiyordu.
Zorla dis pantolonunu çikardik.
Içinde, topuguna kadar pamuklu bir iç çamasiri vardi. Bütün israrimiza ragmen çikarttiramadik.
Soba iyice isininca bir de baktim ki Canib sobanin üstüne oturdu.
Dehset için de kaldim. 15-20 dakika kizgin sobanin üstünde oturdu.
Ben gözlerimle sahid oldum, soba Canib’i yakmadi.
Canib sobanin üstünden inince ilk isim onun oturdugu kalça mahalline bakmak oldu.
Ütülenmis gibi idi. Ne sararma, ne pembelesme, ne de yanik vardi.
Daha sonra sobanin kapagini açti, yumurta büyüklügünde közleri aldi, agzina soktu.
Agzinda caz caz ediyordu. Benim hayretimi gören sofiler: “Binbasi niye bu kadar sasirdin?
Ibrahim Halilullah’i atesin yakmadigini bilmiyor musun?”dediler.
Bunun manasi su ki, Allah, kudretiyle dilerse yakar dilemezse yakmaz. Ben yakmadigini gördüm.
Muhteremler tasavvuf! hayattan maksad, imanin inkisafi, yakînin artmasi ve müsahedenin bizzat ele geçmesidir.
Sunu da bilmelidir ki, keramet istenmez, hal beklenmez.
Zayiflari tesvik, akilla idrak için Rabbim lütfederse ikramindan verir.
Kendi hayatimdan bir hadise daha: Pendik’te bizim evdeyiz. Iki misafirim var.
Biri Pendik’te bakterioleji sefi Siirtli Bahri. Bey ki çok iyi Arapça biliyor.
Digeri de Çankirili bir sofi. Hiç Arapça bilmez.
Sofî cezbeye düstü ve fasih Arapça konusmaya basladi.
Bahri Bey bana sordu:
-Yarabbim, bu Arap nereden misafir
geldi?
-Gavs Hazretleri gönderi.
-Çok fesih Arapça konusuyor.
-Evet, konusuyor.
-Yoksa buna da mi cezbe diyeceksin?
-Bahri Bey, kabul etsen de etmesen de cezbe.
-Yani bunu da mi Allah verdi?
-Yoksa süphen mi var?
-Ben Siirtliyim. Anadilim Arapça. Biradam cezbede bu kadar fesih Arapça konusamaz.
-Ya Allah konusturursa!
Ben Fransizca da bilirim. Cezbe ile Arapça konusuyorsa Fransizca da konussun. O zaman inanirim.
-Bahri Bey, simdi ayagin tasa takildi.
-Neden?
-Ben Bediüzzaman Hazretlerinin onyedinci lem’a, önüçüncü notasinda okudum.
Hak yolda sülük eden bir Müslümanin bes mühim mes’eleyi
bilmesi iktiza eder ki birinci Allah kulunu imtihan eder ama kul Allah’i
imtihan tavrina giremezsen Allah’i imtihana mi kalktin ki, ben Fransizca konusayim.
O da Fransizca konussun diyorsun.
Sen abdsin, hakkini ve haddini bil.
Allah Kadir-i mutlaktir. Dilerse Ingilizce de konusturur.
Ben, ömründe hiç Ingilizce bilmeyen bir sofisinin Ingilizce konustugunu gördüm.
Bahri Bey, sofiye Fransizca sorular sormaya basladi. Sofi sorulara Arapça cevap veriyordu.
Ben ikisini de anlamiyordum. Bahri Bey:
-Fransizca sorduklarima niçin Fransizca
cevap vermiyor?
-Sorularini anliyor mu?
-Anladi.
-Fransizca biliyor mu?
-Biliyor ama cevaplari Arapça veriyor.
-Arifi billahlar kerameten Arapça konusmustur.
Franszica konusanini hiç duymadim.
Bu sofi de onlara hürmeten konusmuyordur!
Muhteremler, haddimizi bilelim; kul oldugumuzu unutmayalim.
Ikram-i ilahiye ile elimizde tecellî eden meseleleri asaletimize,
kemalatimiza, hak ve hukukumuza riayeten verilmis olarak degil,
aczivetimizin mahviyetini gidermek için verilmis olabilecegini unutmayalim.
Muhiddin Arabî Hazretlerinin filozofla olan mes’elesine dönüyoruz.
Filozof, atesin yakmamasini degisik sekilde yorumlayinca
Muhiddin Arabî Hazretleri sordu:
Bu atesin yakmadigini ispat edersem, inanir misin?
Elbette ama yakar.Muhiddin Arabî Hazretleri ortada yanmakta olan
mangali filozofun entarisi üzerine bosaltti.
Ates enteriyi yakmadi.
Filozofa, “elinle atesi mangala doldur.” dedi.
Doldurdu sonra filozofa, “Simdi atese elini dokun.” dedi.
Bu defa dokunmasi ile feryat etmesi bir oldu.
Muhiddini Arabî Hazretleri ile müfessir-i izam Fahredin Râzî Haz-retlerinin arasinda söyle bir hadise geçmistir:
Tefsir-i Kebir sahibi Imam-i Fahredin Râzî Hazretleri hacca ‘gitmisti.
Muhiddin Arabî Hazretleri de orada idi.
Bir gün Fahreddin Râzî Hazretleri vaz-u nasihat etmek üzere kürsüye dogru ilerlerken,
oradakiler hürmeten ayagi kalktilar.
Bir kenarda oturan ve ayagi kalkmayan ihramli bir zat vardi ki Muhiddin Arabî Hazretleriydi. Fahreddin Râzî Hazretleri, o
benim gibi büyük bir alime hürmetsizlik edip ayaga kalkmamak ne ayip.”
Diye geçirdi. Oysa kitapta yaziyordu ki “Kaabetullah’da Kabe’ye hürmet edilir.
Kâmil bir hürmet makami varken daha nakisina hürmet lâzim gelmez.”
Kürsüye çikan büyük alim, “Muhterem cemaat” diye vaaza basladigi anda aklindaki bütün bilgilerin silindigini fark etti.
Cemaatin karsisinda kan-ter içinde kalarak,
“Muhterem cemaat! Biraz rahatsizlandim. Konusamayacagim.”
De-yip – kürsüden indi. Hane-i saadetine döndü; aglayarak secdeye kapandi:
“Ey Yüce Rabbim! Ne günah isledim, ne büyük bir hata yaptim da bu kadar Ümmet-i Muhammedin huzurunda beni mahcup ettin.” Diyerek hatasini düsündü.
Tasavvuf! hayatin en büyük ikrami, kisinin kusurunu bilmesi ya da onu armasidir.
“Ya Rabbim, beni seviyorsan bir ayibimi göster de onu düzelteyim.”
Demek tasavvufun kemalatidir.
Rüyasinda hatasini gördü. “Niçin benim gibi büyük bir alime kalkmiyor?”
diye gönlünden geçirmesi sebebiyle ilminin silindigi kendisine bildirildi.
Günlerce o zati aradi. Bulmaktan ümidini kesmisti ki bir gün kadisi çalindi.
Aradigi zat Muhiddin Arabî Hazretleri karsisinda duruyor.
Fahreddin Razî Hazretleri özür diledi.
Beni bagisla sultanin.
Kalbini temizle, vaazlarina devam et.
Silinen bilgiler verildi; yeniden vaaza basladi.
Fütuhat-i Mekkiye’nin tavsiye makaminda ibaresi söyle:
Amellerine, davranislarina dikkat ettigin gibi sözlerine de dikkat et.
Çünkü sözlerin davranis cümlesindendir. Sen sözünü ufak bir sey sanma.
Fiil ve hareketlerinde vebale daldigin gibi, sözlerinde de öyle olabilir.
Sunu iyi bil ki Allahu Teala kullarinin sözlerine dikkat eder.
Tasavvuf! hayat ihsan üstünde yasamak içindir.
Ihsan, sen Allah’i görmesen de, Allah’in seni gördügünü bilmendir.
“Allah beni görüyor.” Diye düsünen insan Allah’a muhalif ne is yapabilir! “Allah benimledir.” Tasavvuf?
hayat bu sözü hal ve meltke haline getirmek içindir.
O zaman kemal kesbedilir. Herkesin kalbine “Allah beni görüyor.”
Ihsani konursa o insanlarin cemiyeti, cemiyet olur; bekçi, polis istemez.
Allahu Teala, Kur’an-i Kerim’de buyuruyor:
“Insan hiçbir söz söylemez ki yaninda gözetleyen yazmaya hazir bir melek bulunmasin.”
Yani kiramen katibib melekleri onun yanindadir.
Miraç esnasinda Cebrail (A. S), Resulullah (S. A. V) i aldi, götürdü.
Büyük bir kaya, ortasinda bir delik vardi.
Delikten bir yilan çikti. Büyüdü büyüdü; kayaya döndü, delige girmek istedi, giremedi. Muhammed (S. A. V) Efendimiz sordu:
Ya Cibril, bu nedir?
Su kaya insandir. Su delik agzidir. Su
yilan sözdür. Söz çiktiktan sonra ayni
delikten geriye girmez. Dil, iki kilit içindedir:
Disler ve dudaklar. Allah, dili önce kemikten kapi ile kapamis; onu asarsa dudaklari koymus.
Iste bu dil insanin hidayetine de dalaletine de, aziz olmasina da rezil olmasina da vesiledir.
Annemin bir sözü: sabah olunca kafa, dile selam verir ve der:
“Allah askina edepli otur.
Sen deliklerden çikip söylüyor, giriyorsun; âlem gelip benim basima vuruyor.” Dikkat! Nerede kemiksizet varsa vücudun reisi âmiri onlardir.
Kemikli etler asker, kemiksizler validir.
Rabbu Teala, ayet-i celilede misal veriyor: “Allah yolunda Öldürülenlere ölüler demeyiniz.” 2 Buradaki incelik nedir? Her sözü Allah dinliyor.
Ölümsüz olan Allah, ölmemis olan sehide ölü demeyi kabul etmiyor.
“Demeyin” sözünün ehemmiyeti var.
Allahu Teala bir kudsi hadiste buyuruyor ki,
“Kullarimdan kimi bana inanir, kimi beni inkar eder.
Kim, su bulutlar sebebiyle bize yagmur yagdirildi derse o beni inkar etmis olur.
Kim de Allah’in fazli, ihsani, rahmeti sebebiyle bize yagmur yagdi, derse bana inanmis, yildizlari inkâr etmis olur.”
Görülüyor ki Allah, söz söyleyenlerin sözlerine dikkat eder.
Hesabini ona göre sorar. Buradaki “yildiz” dan maksad, bulut rüzgâr ve yagmura sebep olan her seydir.
Hadis-i kudsiye göre “Allah, lütfü ve ihsani ile bize yagmur yagdirdi.”
Dersen, ismini söylemedigin yildizi gizlemis, hakkini ketmetmis olursun fakat,
yildizlar sayesinde, dersen Allah’i gizlemis, kudretini, azametini, iradesini ortadan kaldirmis olursun.
Allah’in kudret ve ihsanini kaldirmak ne derece zorsa, sebepleri ortadan kaldirmak da o derece zordur.
Musa (A. S) göz agrisina yakalandi.
Yerdeki otlar dile gelerek, “Ya Nebiyellah, ben filan göz hastaligina devayim.”
Aldi, kullandi ve sifa buldu. Bir daha agridi.
Otu kullandi ama bu defa sifa olmadi.
Rabbu Teala’ya niyaz etti:
Ya Rabbi, ot neden ikinci kullanisimda sifa olmadi?
Ya Musa, ben tebabeti insanlara bir ilim olarak armagan ettim.
Öylede, eczacilik, doktorluk bunun içindedir.
Bu hastalikla eczaci, doktor ve bu sanayi kolunda çalisan insanlar rizik elde eder.
Ayrica, her bir sebebin kudreti tahtinda bir degeri, bir kiymeti vardir.
Iste bundan dolayi bu asrin Müslümanlari maharet olan teknolojiyi ihmal etmistir.
Devris olmak “Hasbinallah…” demeyi gerektirir ama sebeplere yapismayi da elden birakmamak lazim gelir.
Müsebbib-i hakiki’ye yapisiyorum derken sebepleri de inkar edemesin.
Zira Allah sebepleri de halketmistir. Insan, sebeplerle Müsebbib-i hakiki arasinda seyr-i sülük ederek kemalatini ikmal eder.
Sebepleri ortadan kaldirdiginiz zaman aile hukuku, komsuluk hukuku… v.b. unutulu.
Har bir sebebi reddede reddede, sebepleri yaratan Allah’a kadar dil uzatmak bahtsizligi insanoglunun basina gelebilir.
Yirminci asirda geri kalisimizin asil sebebi, Allah’a takdis ve tazim ediyorum derken,
sebeplerin hükmüne riayet etmeyerek, tevekkül namiyla tembellige tutunmamiz,
kader namiyla da günaha dalmamizdir.
Adam hirsizlik yapar, zina eder, “Kaderim” der.
Senin kaderin bu degil. Allahu Teala, irade-i cüziye ile senin ihtiyarini eline vermistir.
Senin ihtiyarinla istemen, halkedilmesinin sebebidir. “Niyetim hasti” diyerek günahli bir isi helal sayamazsin.
Niyetin has olsaydi fiilin bozuk olmazdi. Güzel niyet güzel amele götürür.
Bozuk amel, bozuk niyetin mahsulüdür. Miskinlik .ve asilik kader degildir.
Müslüman gafil olmamalidir.
Keske bizde gaflet uykusu olmasaydi da, din ile teknolojiyi biz birlestirseydik.
Dünya muvacehesinde büyüklük mukayese edilirse, Müslümanin miraci yedi kat semaya kadar oldugu halde Amerikalinin ayi, evin bacasi sayilir.
Aya ilk ayak basan Amerikali, “Benim aya ilk adimim ama insanligin büyük adimi.” Dedi.
Muhammed (S. A. V) Arsa, Kürsüye gitti. Aya gidenin adimi, onun yaninda karinca adimi degil.
Binlerce evliya, göz açip yumana kadar Mekke’ye gidip geliyor. (Daha bu roketler icad edilmedi.)
Biz, dinimizle kuvvet buluruz. Medeniyet, Mü’minin imanini kiliç gibi parlatir.
Gafilin kilicini kirar. Avrupa’da ne gördüysem benim dinimin verdigi haberleri hakikati.
Muhiddin Arabî Hazretleri sekizyüz sene önce buyurmus ki, “Demiri demire vur, ses uzaga gider.
Demirleri yola döse, uzak mesafe kisaya gelir.” Telgraf ve tren raylarini haber vermis.
Bazi ihtarlar:
•Bir yede Allah’a âsî olduysan, ayni yerden ibadet ve taat yapmadan ayrilma.
Günahkarlik ettigin o yer, o toprak sana mahserde sahitlik eder.
•Güç hallerde bile bulunsan abdestini güzel al.
Yazin sicakta soguk suyla abdest alirken serinliginden lezzet almaktan sakin.
O zaman abdest yerine banyo yapmis sayilirsin.
Abdesti, serinlemek, kirlerini gidermek gibi beserî menfaatler için yaparsan, bu,
abdest olmaktan çikar.
Abdest alirken konusulmamahdir.
•Ten sana emanet oldugu gibi can da sana emanettir.Kendini öldürmeye kalmak tene hiyanet oldugu gibi cana da kati olur.
Çünkü can ve ten senin mülkiyetinde olmayip, emanettir.
Hesabi kitabi, muhasebesi Allah’in elindedir.
Sen onu, yedirmekle, giydirmekle, hayra götürüp serden kaçindirmakla mükellefsin.
•Insan nefsi cihad için halk-edilmistir. Güzelliklerle çirkin-liklerin bir arada
bulundurulmasi,sahibinin neyapacagini tayin içindir. Allah,
kulunun ne yapacagini elbette bilir ama kul, kendi kendine sahid olsun diye imtihana sokar
.
Büyük cihad, insanin kendi nefsi ile savasmasidir.
Bir mü’min günde binlerce defa nefsanî harbe girer.
Onun için büyük cihad denilmistir. Zira düsmanla yapilan harp ömürde ender olur ya da hiç olmaz.
Oysa kötü arzu ve temayüller insanin en büyük düsmanidir.
Arkadaki düsmanlarin insana mesafece en yakini, nefsidir.
Çükü nefis inanin içindedir. Herkes düsmani dista ararken Allahu Teala, “Ey insanlar, yakininizda bulunan inkarcilarla savasin.”Buyurmustur.
Müfessirler bunu nefisle savas olarak tefsir etmislerdir.
Nasil ki sen, düsmanla savasirken sehid olursan, her gün Allah için nefsiyle cihad edenin sehidiigi, harpte ölenin sehidliginden yetmis derece efdaldir.
Çünkü harpte ölen bir kere, takva yoluyla harama girmemek için süpheliden kaçan günde bin kere canini verir.
Onun için nefis terbiyet götürür.
Eger götürmeseydi Allahu Teala Kur’an- Kerim’de islah olmamizi emretmezdi.
Nefis terbiyet ola ola insanin nasil kemalat kazandigina bir misal verelim:
Abdullah bin Mübarek hazretleri anlatiyor: Bir sene hacca gitmeye niyet ettim.
Hazirligimi yapip yola çiktim. Kafile ile giderken, bir ara, namaz kilmak için geride kaldim.
Namaz kilip tekrar yola koyulmustum ki, tek basina yaya olarak giden bir kadina rastladim .
üzerinde siyah bir örtü vardi. Kendi halinde yavas yavas yürüyordu.
Halini sorayim, bu kadinin basina ne geldi diye düsündüm.
Selam verdim, selamimi aldi. Ona dedim:
Allah seninle beraber olsun.
Bu sahrada yalniz olarak kalmissin. Bana, Sure-i Araf 186 inci ayet-i celile ile cevap verdi.
-“Allah kimi sasirtirsa artik onun için yol gösteren yoktur.”
Ayet-i celile ile yolu kaybettigini haber veriyordu. Sordum:
Nereden gelip nereye gidiyorsun?
“Kulu Muhammed’i Mescid’i Haram’dan, çevresini mübarek
Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sifatlardan mü-nezzehtir.”
Mekke’den Kudüs’e gidecegini Sure-i Isra,
birinci ayet-i celile ile cevap verdi.
Kaç gündür buralardasin?
“Senin alametin, üç gün üç gece
pespese insanlarla konusmamalidir.”
Sure-i Meryen, 10 uncu ayet-i celile ile üç gün üç gece bu yollarda kayboldugunu haber verdi.
Azigin, yiyecegin var mi?
“Beni yediren de, içiren de O, dur.”
Sure-i Suara 79.
Nasil Abdest aliyorsun?
Su bulamazsaniz temiz toprakla
teyemmüm edin.” Sure-i Maide 6.
Bir seyler versem yer misin?
“Orucu geceye kadar tamamlaym.”
Sure-i Bakara 187.
Oruçlu oldugunu ifade ediyordu. Ramazan ayi degildi. Bu zorluklar içinde nasil oruç tuttuguna hayret ettim. Sure-i Bakara 158 ile cevap verdi.
“Herkim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa süphesiz Allah kabul eder ve yapilani hakkiyla bilir.”
Yolculukta iken oruç tutabilir misin?
Bu hususta dinî bir ruhsat var. “Oruç tutmaniz sizin için daha hayirlidir.” Sure-i Bakara 184.
Ne sorsam ayetlerle cevap vermesi gaibime
gitti ve sordum.
Niçin hep ayetle konusuyorsun?
“Insan hiçbir söz söylemez ki,
yaninda gözetleyen yazmaya hazir
bir melek bulunmasin.” Sure-i Kaf
18. Hangi kabileye mensub oldugunu
sordum:
“Bilmedigin seyin ardina düsme.
Dogrusu kulak, göz, kalp, bunlarin
hepsi o seyden sorumlu olur.”
Bu soruyu sormamam lazimdi. Kusura
bakma, bagisla.
“Bu gün azarlanacak degilsin. Allah
sizi bagislar.” Sure-i Yusuf’u okudu.
Kaç gündür yaya yürüdügü için yorgun düstügü belliydi.
Deveme bindirmek istedim. Teklif ettim:
Seni deveme bindirsem de bir an önce kafilene yetissen olmaz mi?
“Yaptiginiz iyiligi Allah süphesiz bilir.” Sure-i Bakara 215.
Tesekkür ettigini söylemek istiyordu. Ben devemi tuttum önüne çevirdim.
Binmesini söyledim. Sure-i Nur 30 uncu ayetle cevap verdi.
-“Ya Muhammed, mü’min erkeklere söyle. Gözlerini bakilmasi yasak yerden çevirsinler.”
Yüzümü çevirdim, sirtimi döndüm; binmesini söyledim.
Deveye binecek yere gelir gelmez, deve siçradi, kalkti.
Kadinin elbisesi devenin semerine takildi, yirtildi. Bu duruma üzüldü ve Sure-i Suara 30 ile cevap verdi:
“Basiniza gelen her hangi bir musibet ellerinizle yaptiginizin karsiligidir.”
Biraz bekle. Deveyi bir yere baglayayim da öyle bin
“Süleyman’a hükmetmeyi belletmistik.” Sure-i Enbiya 79.
Deveyi tutup semerini vurdum.
Kendisi gelip bindi. Devenin yularini çekerek yol almaya basladim.
Bir ara yüksek sesle ilahiler söylüyordum. Söyle konustu:
“Yürüyüsünde tabii ol; sesini alçalt.” Sure-i Lokman 19.
Bunun üzerine yavas yavas yürümeye basladim. Yine sessiz duramadim.
Bildigim siirleri kendi kendime okumaya basladim.
Siir okumami da istemedi ki Sure-i Müzemmil 20 inci ayeti okudu:
“Kur’an’dan kolayiniza geleni okuyun.”
Buna çok memnun oldum ve söyle dedim:
Bana büyük hayir kapisini açtin. “Bun ancak akil sahipleri düsünür.” Sure-i Al-i Imran 7.
Bir müddet yürüdükten sonra yine konusmadan duramadim.
Ey kadin, kafilede kocan var miydi?
“Ey mü’minler, size aciklaninca
hosunuza gitmeyecek seyleri
sormayin.” Sure-i Maide 10.
Bunun üzerine, kafileye ulasincaya kadar hiçbir sey sormadim.
Kafileye yaklasinca sordum:
Kafilenin içinde yakinin var mi?
“Mal ve ogullar dünya hayatinin
süsüdür.” Sure-i Kehf 46.
Malinin da, ogullarinin da oldugunu söylemek istedi.
Çocuklarinin kafiledeki vazifelerini sordum: Sure-i Nahl 16, yi okudu.
“Onlar yildizlara bakarak yolIarini bulurlar.”
Rehber olduklarini söylüyordu.
Kafilenin konakladigi yere vardik. Kendisine sordum:
Iste çadirlarin bulundugu yere geldik.
Kimi çagirayim?
“Allah Ibrahim’i dost edindi. Allah
Musa’ya hitap etti. Ya Yahya kitabi
siki tut, dedi.”
Sure-i Nisa 125 ile ogullarinin isimlerini saydi:
Ibrahim, Musa ve Yahya. Ogullarini,
isimleri ile çagirdim. Üç kisi yildirim
hiziyla geldiler.
Kadin devden indi ve Sure-
i Kehf 19 uncu ayetle ogullarina emir verdi:
“Paranizla birinizi sehre gönderin de
baksin, (sehrin) hangi yiyecegi daha
temiz ise size ondan erzak getirsin…”
Yiyecekler gelince, çadirin bir kösesinde
istirahat eden kadin bana döndü ve Sure-i Hakka
24 üncü ayeti okudu:
“Geçmis günlerde pesinen
istediklerinize karsilik afiyetle yiyiniz, içiniz.”
Kadinin bu fevkalade hali beni çok meraklandirdi ve gençlere sordum:
Annenizin bu halini, bütün konusmasini Kur’an ile yap-masinin sebebini söyler misiniz? Siz söylemeden yemek yemem.
Annemiz kirk yildir Kur’an’la konusur. Hiç dünya kelami konusmaz.
Biz ne sorarsak ayetlerle cevap verir. Dilinden bir hata ve günah çikar kor-kusuyla bütün konusmalari Allah kelamidir.
Bu mübarek kadinin hayir duasini alarak huzurundan ayrildim.
Allah cümlemizi nefsini yenebilen kullarindan eylesin.
Amin.
Nasihatler nedir
Nasihatler
Nasihatler dinelemek
Nasihatler edinmek