İslamda Komşuluk
İslamda Komşuluk Hakları
İslâm dininde müminlere yüklenen vazifelerden biri de: Komşu haklarıdır. Komşuluk, akrabalıktan sonra gelen ve bazen dostluktan bile güçlü bağlarla insanları birbirine bağlayan bir yakınlıktır demek yanlış olmaz. Konutları yakın kimseler arasında bir çok bakımdan ilişkiler doğar. Komşular birbirine maddi olduğu kadar, manevi yönden de muhtaç olabilir. Karşılıklı olarak gidip gelmeler, gerektiği zamanlarda birbirini destekleme, yekdiğerinin durumundan anlama ve dertlere ortaklaşa çâre arama gibi özellikler, komşular arasındaki bağların daha da derinleşmesine, kuvvetlenmesine yardımcı olabilir. Gerçi çağımızın çok meşgul apartman kuşakları, atalarımızın komşuya verdiği önemi vermemekte ve gösterdiği ilgiyi de, az-çok, esirgemekte ise de yine de memleketimiz halkının büyük kısmında halâ komşuluk hakkı, islâmî hakların en ihmale gelmez bir töresi, milli geleneklerin en çok sayılan bir devamlılığıdır.
Cenâb-ı Hakk, Kelâm-ı Kadiminde, “en-Nisâ” sûresinin 36. âyet-i celilesinde “iyilik etmeği” emir buyurduğu kimseler arasında komşuları da saymış ve buyruğunu şu anlamda bize ulaştırmıştır: “Allah’a ibâdet edin, O’na hiç bir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışsa, sağ ellerinizin malik olduğu kimselere iyilik edin”. Dikkat edilirse konumuz bakımından bu âyet-i kerimede bize ışık tutan bir yön şudur: Müslüman olarak ilk vazifemiz şüphesiz Allahu Taâlâ’ya ibâdet etmek ve O’na hiç bir suretle ortak tutmamak, O’nun eşsiz olduğunu, benzeri bulunmadığını dilimizle ikrar ve kalbimizle tasdik eylemektir. Ondan sonra sırası ile: ana, baba, akraba gibi yakınlara ve yetimlerle yoksullara iyilik etmekle görevliyiz. Bunun hemen yanı başında: yakın olsun, uzak olsun bütün komşularımıza, yanımızdaki ve bir nevi komşu da sayılabilecek olan arkadaşlara da yardım elimizi uzatmak ve onlara gücümüzün elverişli olduğu ölçü içinde faydalı olmakla yükümlüyüz. Böylece komşuya yardım, müslümanların birbirine karşı yerine getirmekle mükellef oldukları temel haklardan, ahlâki borçlardan bir başlıcası niteliği ile aklımızdan çıkmamak gerekir. Allah’a bağlanan ve O’nun buyruklarını yerine getirmekte dünya ve âhiret mutluluğunu bulan gerçek iman sahipleri için, komşuluk hakkını gözetmek, komşuya iyilik için çaba harcamak, komşusunun derdine derman olmak, bir vazife olduğu kadar da bir zevktir.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed de, Komşu haklan üzerinde bizi aydınlatmış, bize öğütler vermiş ve doğru yolu göstermişlerdir. İlk önce genel olarak müminler arasındaki bağlara değinen bir hadis-i şerifi burada tekrar edeceğiz: Numan İfanı Beşr’den rivâyet olunan bir hadiste Efendimizin şöyle buyurdukları belirtilmiştir: “Müminler, sevişmelerinde, birbirlerine merhametlerinde, lütuf ve şefkatlerinde bir vücut gibidirler. O vücuttan bir uzuv şikâyette bulunursa, cesedin diğer uzuvları da uykusuz kalmak ve ıztırabını duymak suretile o uzva iştirak ederler”.
Yine böylece hem komşular, hem de diğer tanıdık müslümanlara ihtiyaçları olduğu anlarda yapılan yardımı değerlendiren bir hadisin daha meâlini buraya nakledeceğiz: İbn-i Hibba’ın İbn-i Ömer’den rivâyet edildiğini açıkladığı bir hadise göre Hazret-i Muhammed şöyle buyurmuşlardır: “Kim, bir kula ihtiyacı anında yardım ederse, ayakların kaydığı (Kıyâmet) gününde Allahu Taâlâ onun makamını sâbit kılar”. Bu müjde, müslümanlar için, diğer tanıdık müslümanlara ve özellikle komşularına zaruret anlarında yardıma koşmanın faziletini, çok güzel ve müstesna bir şekilde anlatmağa fazlası ile yeterlidir.
Doğrudan doğruya komşuları ilgilendiren hadîslerden de burada söz açacağız. Hem Ahmed bin Hambel, hem de Buhari ve Müslim gibi en muteber ve sahih hadîs mecmuaları sahibi olan zatların toplamalarında görülen bir hadîsin anlamı şöyledir: “Her kim Allahu Taâlâ’ya ve âhiret gününe inanıyorsa komşusuna ihsanda bulunsun. Her kim Cenab-ı Hakk’a, Âhiret gününe imanlı ise misafirine ikram etsin. Ve her kim Allahu Taâlâ’ya ve Âhiret gününü tasdik ediyorsa hayırlı söz söylesin veya sükût etsin”. Bu hadis-i şerif bize komşuluk hukukunun, misafire ikramdan ve hattâ hayırlı söz söylemekten de önce geldiğini de sezdirmektedir. Böylece müslümanlık için Allah’a ve Âhiret gününe inanmak, imanın şartlarından ikisi olduğuna göre, komşuya ihsanda bulunmak, din inançlarının bir sonucu olmuş bulunuyor demektir.
Bir başka hadislerinde, Abû Zer el-Gifârî’ye şöyle buyurdukları görülmektedir ki anlamını aşağıya aldığımız bu kısa bir kaç kelime, komşuluk haklarının, müslümanlıktaki yüce ve müstesna yerini düşünmemize çok yardım edebilir. Müslim’deki bu hadisin anlamı şudur: “Ey Ebû Zer, çorba yaptığında suyunu çokça koy ve komşularını da gözet”. Kendisi de yoksul sayılan büyük sahabilerden olan Ebû Zer’e bu emir ile Efendimiz, eğer çorbalığı az ise bile, çorbaya suyu fazlaca koymak suretiyle hacmi artırarak fakir komşularını gözetmesini tavsiye etmekle, müslümanların maddi bakımdan eli geniş olmayanlarının bile birbirlerine el uzatmalarını arzulamıştır. Bundan dolayıdır ki, Peygamberimizin: “Mümin, komşusu aç iken karın doyurmaz” manasına gelen bir hadis-i şeriflerini daha hatırlatmak ve İslâmda sosyal adaletin tam genişlik ve güzelliği ile mevcut olduğunu belirtmekten kendimizi alamayacağız. Gerçekten islâm dini, yeryüzündeki dinlerin en çok yardım emredeni, en fazla dayanışmayı öğütleyeni ve yakınlara, dostlara, komşulara en çok fedakârlık ve feragatla bağlanmayı buyuranıdır.
Komşuluk hakları, islâmiyette, dünya ve âhiret saadetine kavuşmayı ümid edenlerin daima riayet edeceği haklardandır.
……………