İman

yorum yok
1.083 kez görüntülendi okuma
16 Kasım, 2013

İMAN

İman Ne Demektir
İman’ın sözlük anlamı, herhangi bir şeye inanmak demektir.
Dini terim olarak iman: «Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in Allah tarafından getirdiği şeylerin doğru olduğuna kalb ile inanmak ve bu inacı dil ile söylemektir.»
Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın peygamberi olduğuna kalbi ile inanan ve bu inancını dili ile söyleyen kimseye «Mü’min» denir.

Kelime–i Tevhid

Okunuşu: “Lâ ilâhe İllellâh, Muhammedün Rasûlüllah.”
Anlamı: “Allah’tan başka tanrı yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.s.) Allah’ın Peygamberidir.”

Kelime-i Şehadet

Okunuşu: “Eşhedu en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh.”
Anlamı: “Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka Tanrı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed (s.a.s.)
Allah’ın kulu ve Peygamberidir.”
İman esasları, topluca ve özet olarak hem Kelime-i Tevhid, hem de Kelime-i Şehadette ifade edilmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamber olduğuna inanmak, O’nun Allah tarafından getirip haber verdiği her şeyin doğru ve gerçek olduğuna inanmayı gerektirir. Bu sebeple bir insan, Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadetten birini dili ile söyler, kalbi ile de inanırsa İslâm Dini’ne girmiş olur.
Ancak, müslümanın bu kadarla yetinmeyip, İman esaslarını ayrıntıları ile öğrenmesi ve hepsine ayrı ayrı inanması gerekir.

İMAN ESASLARI

İman’ın Esasları Nelerdir
Ayrıntılı olarak inanılması gereken iman esasları altıdır. Bunlara iman’ın şartları da denir.

İman’ın Şartları
1– Allah’a,
2– Allah’ın Meleklerine,
3– Allah’ın Kitaplarına,
4– Allah’ın Peygamberlerine,
5– Ahiret Gününe,
6– Kadere; İster iyi, ister kötü olsun, evrendeki her şeyin ve her olayın Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla meydana geldiğine,
İnanmaktır.
ALLAH’A İMAN
Allah’a Niçin ve Nasıl İnanırız
İmanın altı şartından birincisi Allah’a inanmaktır. Akıl sahibi olan ve erginlik çağına gelen her insanın ilk ve en önemli görevi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır.
Çevremize baktığımız zaman, hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığını görürüz. Güzel bir sanat eseri, bunu yapan bir sanatkârının bulunduğunu gösterir. Meselâ; kullandığımız saati yapan bir sanatkâr, oturduğumuz binayı yapan bir usta yok mudur? Şüphesiz ki vardır. Bunların kendiliğinden meydana geldiğini akıl kabul eder mi? Elbette etmez.
Öyle ise; çok ince bir plâna göre kurulan ve mükemmel bir düzen içinde işleyen uçsuz bucaksız kâinatı ve en güzel sanat eseri olan insanı da bir yaratan vardır. İşte bu yaratıcı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan “Allah”tır. Evren, Allah’ın varlığını; evrende görülen ahenk ve mükemmel düzen de Allah’ın birliğini göstermektedir.
O halde, ilk görevimiz, bizi yaratan ve yaşatan Allah’a inanmak, O’na gönülden bağlanmaktır.

Allah’a Şöyle İnanırız
Allah vardır ve birdir. Ondan başka tanrı yoktur.
Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. O, her zaman vardı, sonsuza kadar da var olacaktır.
Allah varlıklardan hiçbirine benzemez. O’nun eşi ve benzeri yoktur. Varlığı kendindendir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O’na muhtaçtır.
Allah diridir, her şeyi bilir, her şeyi işitir ve her şeyi görür. Kalbimizden geçenleri de bilmektedir.
Allah irade sahibidir, diler ve dilediğini yapar. Onun kudreti sonsuzdur, her şeye gücü yeter.
Allah yaratıcıdır, dilediğini yoktan var eder, dilediğini de yok eder. Evrende ne varsa hepsini O yaratmıştır.
Allah harflere ve sese gerek olmadan söyler. Sözünü Peygamberlerine duyurmuş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim Allah’ın sözüdür.
Allah, merhameti sonsuz, bağışlaması bol Yüce bir varlıktır. Bize hayat veren, sayılamıyacak kadar nimetler bahşeden O’dur.
O, bizi yarattıktan sonra da yalnız bırakmamış, peygamberler göndererek dünyada ve ahirette mutlu olmanın nurlu yolunu göstermiştir.
Allah’a böyle doğru olarak inanan ve ona gönülden bağlanan insan, varlıklar arasındaki şerefli yerini almış, gerçek değerini kazanmış olur. Bu inanç, insanın kalbini her türlü kötü düşüncelerden temizler, iyi düşünce ve güzel huylarla süsler.
İnsan, hiç kimsenin görmediği yerlerde bile ahlâka aykırı davranışlardan sakınır. Çünkü, Allah’ın her şeyi gördüğüne ve bildiğine inanır. Allah’a iman, her türlü iyiliğin kaynağıdır.

Tevhid İnancı
İslâmın temeli, tevhid inacıdır. Tevhid, Allah’ın birliği demektir.
Kur’an-ı Kerim’de bu konu şöyle açıklanmıştır:
«Sizin Tanrınız, tek bir Tanrıdır. Ondan başka tanrı yoktur.» (3)
Evet Allah birdir, O’ndan başka tanrı yoktur. O, eşi, benzeri ve ortağı olmayan tek varlıktır. Doğmamış ve doğurmamıştır.
Gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlıkları yaratan, yoktan var eden Allah’tır. O, yaratıcı olarak da tek’dir. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Allah, hiçbir kusur ve eksikliği bulunmayan, en üstün niteliklere sahip olan çok Yüce bir varlıktır. İbadet yalnız O’na yapılır. O’ndan başkasına ibadet edilmez. Tevhid (Allah’ın birliği) inancı ihlâs sûresinde şöyle açıklanmıştır:
«Deki o Allah birdir.
Allah Sameddir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)
O, doğurmamış ve doğurulmamıştır.
Hiçbir şey O’na denk değildir.» (4)
Allah’ın birliği inancı, kalbleri aynı amaç etrafında birleştiren, müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlayan önemli bir güçtür.

Allah Sevgisi
Allah, bize görmek için gözler, işitmek için kulaklar, konuşan dil, çeşitli işler yapabilen eller ve yürüyen ayaklar vermiş; bizi akıl ve zekâ ile donatarak, varlıklar arasında çok üstün bir durumda yaratmıştır.
Sağlık ve mutluluk içinde yaşayabilmemiz için yeryüzünü çeşitli nimetlerle donatmış, teneffüs ettiğimiz havadan içtiğimiz suya kadar her türlü ihtiyacımız karşılanmıştır.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz.” (5)
İnsan, kendisine iyilik edenleri sever. Öyle ise, en çok sevmemiz gereken varlık, Allah’tır. Çünkü O’nun bize olan iyilikleri sayılamayacak kadar çoktur. Biz de Allah’ımızı çok sevmeliyiz. Sevgi, sadece sözle olmaz. İnsan, sevdiğine saygı gösterir, sevdiğinin hoşlanmayacağı bir şeyi yapmaz. Allah sevgisi, O’nun mübarek adını saygı ile anmak, bize emrettiği ibadet görevlerini seve-seve yapmak ve yasak ettiği şeylerden sakınmakla olur.
Böyle yaparsak, Allah da bizi sever ve dünyadaki nimetlerden çok daha fazlasını bize ahirette verir.
Bir insan için en büyük mutluluk, Allah’ın sevdiği kişilerden olmaktır.

Gerçek İman Sahibi Bir Genç…
Hazreti Ömer, halifeliği zamanında sütçülerin süte su katmasını yasaklamış ve bu emrini her tarafa duyurmuştu. Şehrin asayişini kontrol etmek için bir gece Medine’de dolaşırken yoruldu ve biraz dinlenmek üzere bir evin duvarına yaslandı. Evin içinde anne ile kızı arasında geçen şu konuşmayı duydu:
Anne:
– Haydi kızım: kalk da sütlere biraz su katıver.
Kız:
– Halifenin sütlere su katılmasını yasakladığını bilmiyor musun?
Anne:
– Evet biliyorum.
Kız:
– Öyle ise Halifenin yasakladığı işi nasıl yapabilirim?
Anne:
– Kalk da su koy şu sütlere, Ömer seni nereden görecek?
Kız:
– Ömer görmez ama Rabbim görür. Vallahi ben O’nun göreceği yerde yapmadığım bir işi görmediği yerde de yapmam.
Hazreti Ömer, bu konuşmaları dinledikten sonra evine döndü. İyi bir din terbiyesi görmüş bu yüksek ahlâklı fakir kızı oğlu Âsım ile evlendirdi. (6)
İşte Allah inancının insanın davranışlarındaki olumlu etkisi…

MELEKLERE İMAN

Melekler Nasıl Birer Varlıktır
İmanın şartlarından ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler, nurdan yaratılmış varlıklardır. Onlar yemezler, içmezler, erkeklik ve dişilikleri yoktur.
Melekler, Allah’ın sevgili kullarıdır. Allah’ın emirlerini kusursuz yerine getirirler, hiç günah işlemezler.
Yüce Allah, varlıkları çeşitli şekillerde yaratmıştır. Bunlardan kimisi bizim görebileceğimiz, kimisi de göremiyeceğimiz şekildedir. İnsan, bazı varlıkları göremiyor. Çünkü, insanın gözü her şeyi görebilecek durumda yaratılmamıştır, görme yeteneği sınırlıdır.
Meselâ; çok küçük bir cismi göremediğimiz gibi; havayı, rüzgârı, rûhumuzu ve aklımızı da göremiyoruz. Telden geçen elektrik akımı da görülmüyor. Halbuki göremediğimiz bu şeylerin var olduğunu biliyoruz. İşte melekler de var olduğu halde görülmeyen varlıklardır.
Melekler nurdan yaratılmış lâtif varlıklar oldukları için biz onları göremiyoruz. Fakat meleklerin varlığına inanıyoruz, çünkü meleklerin varlığını Allah Teâla Kur’an-ı Kerim’de haber vermiş, Peygamber Efendimiz de melekleri hem görmüş, hem de bize bildirmiştir. Yüce Allah’ın ve sevgili Peygamberimizin bildirdiği her şey doğrudur. Bu sebeple biz, meleklerin varlığına kesin olarak iman ediyoruz.
Melekler: yerde, göklerde, çevremizde ve her yerde bulunurlar. Sayılarını ancak Allah bilir. Her birine Allah’ın verdiği görevler vardır.
Bazıları devamlı olarak Allah’a ibadet eder. Bazıları da kâinatın tertip ve düzeni ile vazifelidirler. İnsanların gücünün erişemiyeceği büyük işler yaparlar. İnsanlara iyiliği telkin eden, kötülüklerden koruyan, sıkıntılı zamanlarda müminlerin yardımına gönderilen melekler de vardır. Yüce Allah, meleklerin varlığı ile sonsuz kudretini göstermiştir.

Büyük Melekler ve Görevleri
1) Cebrâil: Meleklerin en büyüğüdür. Görevi: Allah ile peygamberler arasında elçilik yapmak, Allah’ın kitaplarını peygamberlere getirmektir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i Allah’tan Peygamberimize getiren Cebrâil’dir.
2) Mikâil: Tabiat olaylarının idaresi ile görevlidir. (Yağmur yağması, rüzgâr esmesi, ekinlerin bitmesi v.s. gibi)
3) İsrâfil: Kıyametin kopması ve insanların öldükten sonra tekrar dirilmeleri ile görevlidir.
4) Azrâil: Ömrü sona eren insanların canlarını almakla görevlidir.
Bu dört büyük melekten başka, diğer meleklerden bazıları da şunlardır:
Kirâmen Kâtibin: Her insanın biri sağında, diğeri solunda iki melek bulunur. Bunlara Kirâmen Katibin denir. Sağındaki melek, insanın yaptığı iyi işleri, solundaki ise kötü işleri yazar. Böylece her insana ait iyiliklerin ve kötülüklerin yazıldığı “Amel defteri” meydana gelir.
Münker ve Nekir: Bunlar, öldükten sonra kabirde insanlara soru sormakla görevli meleklerdir.
Rıdvan: Cennetteki meleklerin başkanıdır.
Mâlik: Cehennemde görevli olan meleklerin başkanıdır.

Meleklere İnanmanın Fayda ve Tesirleri
Her zaman ve her yerde bizimle beraber olan, bizden hiç ayrılmayan melekler bulunduğuna inanan bir müslüman, gizli yerlerde “Beni kimse görmüyor, istediğimi yaparım” diyemez, fenalık yapamaz. Çünkü nerede olursa olsun meleklerin kendisini gözetlediğini, iyilik ve kötülüklerinin yazıldığını bilir. Böylece meleklere olan imanımız bizi kötülük yapmaktan alıkor.
Bunlardan başka bizi kötülüklerden koruyan, iyilik yapmaya yönlendiren melekler de vardır. Dünyada iyilik ve güzelliğin misali melek; fenalık ve çirkinliğin kötü örneği de şeytandır. Melek, insanı iyiliğe, şeytan da kötülüğe çağırır.
Meleklere inanmak, ahlâki davranışlarımızı olumlu olarak etkiler, kötülüklerden sakınmamızı ve ahlâkımızın güzelleşmesini sağlar.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Hem şeytan, hem de melek, insanın kalbine bazı şeyler getirirler. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hakka, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır.
Kim içinde iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki o, meleğin sesidir. Hemen ona uysun ve Allah’a şükretsin.
Kim de içinde kötülüğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki o, şeytanın sesidir. Ondan uzaklaşsın ve Allah’a sığınsın.” (7)

KİTAPLARA İMAN

Allah Tarafından Gönderilen Kitaplar
İmanın altı şartından üçüncüsü, Allah’ın kitaplarına inanmaktır. Yüce Allah, kullarına peygamberleri aracılığıyla kitaplar göndermiştir. Bu kitaplarda, Allah’ın emirleri ve yasakları bildirilmiş, kulların yapması gereken görevler öğretilmiş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yolları gösterilmiştir.
Biz müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanıyoruz. Ancak, Kur’an-ı Kerim’den başka diğer ilâhi kitapların sonradan bozulduğunu ve değiştirildiğini de biliyoruz. Kur’an-ı Kerim ise, Peygamberimize indirildiği gibi titizlikle korunmuş ve hiç bir değişikliğe uğramamıştır.
Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır.

Peygamberlere Gönderilen Sahifeler:
1) 10 sahife, Âdem Aleyhisselâm’a,
2) 50 sahife, Şit Aleyhisselâm’a,
3) 30 sahife, İdris Aleyhisselâm’a,
4) 10 sahife, İbrahim Aleyhisselâm’a,
gönderilmiştir. Bunların toplamı 100 sahifedir.

Peygamberlere Gönderilen Dört Büyük Kitap:
1) Tevrat, Musa Aleyhisselâm’a,
2) Zebur, Dâvut Aleyhisselâm’a,
3) İncil, İsâ Aleyhisselâm’a,
4) Kur’an-ı Kerim, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a, gönderilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in Özellikleri
En son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e Allah tarafından gönderilen Kur’an-ı Kerim müslümanlığın kutsal kitabıdır.
Kur’an-ı Kerim’i diğer ilâhi kitaplardan ayıran ve üstün kılan birçok özellikler vardır.
Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:
a) Kur’an-ı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da bozulmadan devam edecektir.
Öteki kutsal kitaplardan bazıları tamamen kaybolmuş, bazıları da birçok değişikliklere uğrayarak bozulmuş ve hiçbiri Allah’tan gönderildiği gibi muhafaza edilememiştir.
Kur’an-ı Kerim’i koruyacağını Yüce Allah, şu ayetle teminat altına almıştır:
“Kur’an-ı sana Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz”. (8)
Gerçekten de Allah, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i günümüze kadar korudu, kıyamete kadar da koruyacaktır.
b) Kur’an-ı Kerim toplu olarak değil, zaman ve olaylara göre ayetler ve sûreler halinde parça parça inmiştir. Bu durum, onun kolayca ezberlenmesini ve anlaşılmasını sağlamıştır.
c) Kur’an-ı Kerim son ilahî kitaptır. Ondan sonra başka kitap gelmeyecektir. Kur’an’ın hükümleri kıyamete kadar geçerli olacak, değişmiyecektir. Önceki kitaplar ise belirli bir zaman için gönderilmişti.
d) Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığa gönderilen bir kitaptır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat ve hikmetlerle doludur.

Kur’an-ı Kerim’in Nâzil Oluşu ve Vahiy Gerçeği
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce bir süre Mekke yakınındaki Hira dağında bir mağaraya çekilir, Allah’ın büyüklüğünü düşünmekle meşgul olurdu.
610 yılının Ramazan ayında bir Pazartesi gecesi yine Hira’daki mağaraya çekilmiş, gönlü ve bütün varlığı ile Allah’a yönelmişti. İşte bu sırada meleklerin en büyüğü olan Cebrâil (a.s.), Allah’ın emriyle peygamberimize gelerek “Oku!” dedi ve bu emri üç defa tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz, “Ne okuyayım?” deyince Cebrâil (a.s.), Kur’an-ı Kerim’den beş âyeti tebliğ etti. Böylece ilk vahiy geldi ve Kur’an-ı Kerim nâzil olmaya başladı.
Kur’an-ı Kerim, peygamberimize vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiy: Allah tarafından doğrudan doğruya veya elçi vasıtasıyla Peygamberlere bildirilen ve kesinlik ifade eden bilgidir. Vahyin çeşitleri vardır. Allah bu vahiy yollarından biri ile sözünü peygamberlerine duyurmuştur.
Bu yollardan biri de Yüce Allah’ın, sözünü bir melek aracılığı ile peygamberlerine duyurmasıdır.
Allah’ın sözünü peygambere bildiren melek; bazen kendi suretinde gelirdi. Bazen de bir insan şeklinde gelir, orada bulunanlar kendisini görür, sesini işitirlerdi. Bazı zamanlarda da melek vahyi peygambere bildirir, fakat kendisi görünmezdi.
Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimize Cebrail adlı melek aracılığı ile indirilmiştir.
İlk vahiy geldiği zaman Peygamberimiz (s.a.s.) kırk yaşında idi.
Kur’an’ın inmeye başlamasıyla Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamberlik görevi başlamış oldu. Kur’an-ı Kerim, bazen ayet-ayet, bazen de sûreler hâlinde parça-parça inerek 23 senede tamamlandı.

Kur’an-ı Kerim’in Yazılması ve Mushaf Hâline Getirilmesi
Kur’an âyetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.s.), vahiy kâtiplerini çağırır, âyetleri hangi surenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahiy kâtipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nâzil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizden günümüze dek hem yazılarak, hem de ezberlenerek muhafaza edilmiştir.
Peygamberimizin sağlığında âyetler inmeye devam ettiği için Kur’an’ın yazıldığı sahifeler mushaf hâline getirilememişti. Kur’an, vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.s.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyon, ayrı ayrı sahifelerde bulunan Kur’an sure ve ayetlerini bir araya topladı, hafızların ezberledikleri Kur’an ile karşılaştırarak, yazıp Mushaf haline getirdi.
Kur’an sahifelerinin bir araya toplanarak kitap hâline getirilmiş şekline “Mushaf” denir.
Böylece Kur’an-ı Kerim, Allah’tan Peygamberimize vahyedildiği gibi muhafaza edimiş, hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim’e Karşı Görevlerimiz
1) Her müslüman, Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğunu bilmeli ve tecvid kurallarına uygun olarak Kur’an’ı yanlışsız okumalıdır.
2) Kur’an-ı Kerim’i abdestli olarak eline alıp “Eûzü-besmele” ile okumaya başlamalıdır. Kur’an’ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeli ve son derece edepli, saygılı olmalı ve anlamını öğrenmeye çalışmalıdır.
3) Kur’an-ı Kerim, temiz yerlerde okunmalı; başka işlerle meşgul olup, dinlemeyen kimselerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
4) Kur’an-ı Kerim, yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı, hürmetsizlik sayılacak yerlere konulmamalıdır.
5) Kur’an’ın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur’an’ın ahlâk ilkelerine uygun hareket etmelidir.

Kur’an Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin Mübarek Sözleri:

“Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir.”

“Kim Allah’ın kitabı Kur’an’dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir.”

“Kim Allah’ın kitabı Kur’andan bir ayet dinlerse, ona kat-kat sevap verilir. Kim de Allah’ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur.”

“Kur’an okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir.”

“Kim Kur’an-ı Kerim’i okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır. Artık siz bununla amel edenin sevabını hesap edin.” (9)

PEYGAMBERLERE İMAN

Peygamber Kime Denir
İmanın altı şartından dördüncüsü, peygamberlere inanmaktır. Peygamber, Allah ile insanlar arasında elçi olarak görevlendirilen kişidir. Allah, bu göreve lâyık olan en iyi kullarını seçer.

Peygamberlere Olan İhtiyaç
Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir. İnsanların böyle yol göstericilere ihtiyacı vardır.
Çünkü: insanlar kendi akılları ile Allah’ın varlığını anlayabilirlerse de O’nun yüksek sıfatlarını kavrayamazlar. Allah’a nasıl ibadet edileceğini, Ahiret hayatını ve burada kimlere mükâfat verileceğini, kimlerin ceza göreceğini, dünya ve ahiret mutluluğunun nasıl kazanılacağını bilemezler.
İşte, bu gerçekleri insanlara öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermek için Yüce Allah Peygamberlerini görevlendirmiştir.

Peygamberlerin Özellikleri
Peygamberler, hertürlü ahlâk güzelliğine sahip örnek insanlardır. Onlarda bulunması gereken bazı özellikler şunlardır:
1– Sıdk: Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru insanlardır. Asla yalan söylemezler. Oldu dedikleri
olmuştur, olacak dedikleri zamanı gelince mutlaka olacaktır.
2– Emânet: Güvenilir olmak demektir. Peygamberler her hususta güvenilir kimselerdir, emanete asla hıyanet etmezler.
3– Fetânet: Akıllı ve uyanık olmak demektir. Peygamberler akıllı, uyanık ve yüksek zekâ sahibidirler.
4– İsmet: Günah işlememek demektir. Peygamberler gizli ve açık hiçbir şekilde günah işlemezler.
5– Tebliğ: Bildirmek demektir. Peygamberler Allah’tan aldıkları dinî hükümleri olduğu gibi hiçbir değişiklik olmadan insanlara bildirmişlerdir.

Peygamberlerin Görevleri
Peygamberler en doğru bir şekilde insanlara Allah’ı tanıtmışlar, inanç esaslarını, ibadet şekillerini öğretmişlerdir. Dinî hükümleri ve güzel ahlâk ilkelerini açıklamışlar, kendileri de söylediklerini yaparak insanlara örnek olmuşlardır.
Peygamberler, Allah’ın emirlerini yapanları cennetle müjdelemişler, yapmayanların ise cehennem azabı ile cezalandırılacaklarını haber vermişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de Adları Geçen Peygamberler
İlk peygamber Hz.Âdem (a.s.), son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Bu ikisinin arasında birçok peygamber gelmiştir. Peygamberlerden yirmibeş tanesinin ismi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Ancak peygamberlerin sayısı çok daha fazladır. Biz, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberler ile birlikte sayılarını ancak
Allah’ın bildiği diğer peygamberlere de hiçbir ayırım yapmadan inanırız.

Kur’an-ı Kerim’de adları geçen peygamberler şunlardır:
1– Âdem, 2- İdris, 3-Nuh, 4-Hûd, 5-Sâlih, 6-Lût, 7- İbrahim, 8- İsmail, 9- İshak, 10- Yâkub, 11- Yûsuf, 12- Şuayb, 13- Hârun, 14-Mûsa, 15- Dâvud, 16- Süleyman, 17- Eyyûb, 18- Zülkifl, 19- Yûnus, 20- İlyas, 21- Elyesa, 22-Zekeriyya, 23- Yahya, 24- İsa, 25- Muhammed (s.a.s.)

Hz. Muhammed (s.a.s)’in Son Peygamber Oluşu
Peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusu, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir.
Allah Teâ’lâ şöyle buyuruyor:
“O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.”(10)
Onun tebliğ ettiği İslâm dini, son din’dir. Allah tarafından getirdiği Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığa seslenen Allah’ın son kitabıdır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesiyle peygamberlik kapısı kapanmıştır. O, yeryüzündeki bütün milletlerin peygamberidir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir:
“Ey Muhammed! De ki: Ey İnsanlar! Doğrusu ben Allah’ın hepiniz için gönderdiği Peygamberiyim.”(11)
Önceki peygamberler belirli topluluklara gönderilmişti. Onlar bir evin içini aydınlatan kandillere benziyordu. Bütün insanlığa gönderilen bizim peygamberimiz ise, dünyayı aydınlatan güneş gibidir. Güneş doğduktan sonra artık kandillere ihtiyaç kalmamıştır.

Mucize Neye Denir
Mucize: Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat etmek için Allah’ın yardımı ile gösterdikleri olağanüstü olaylardır. Mucizeler, Peygamberliğin birer belgesidir. Peygamberlik dâvasına uygun olarak meydana gelir. Diğer insanlar, böyle olağanüstü olayları yapamaz, mucize gösteremez, çünkü buna güçleri yetmez.
Mucize göstermek peygamberlere mahsustur. Allah’ın izni ve kudreti ile meydana gelir.
Bütün peygamberler, peygamber olduklarının birer ilahî belgesi olarak mucize göstermişler, kendilerine inanmayanları âciz bırakarak susturmuşlardır.

Kerâmet Neye Denir
Kerâmet: Allah’ın yardımı ile veli kulları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah’ın veli kulları için birer keramet, tâbi oldukları peygamber için birer mûcize sayılır.

Peygamberimizin Mucizeleri
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini ispat etmek amacıyla birçok mucize göstermiştir.
Parmaklarından su akması ve bu su ile yüzlerce kişinin abdest alması, (11/a) birkaç kişiye yetecek kadar az bir yemekten binlerce kişinin doyması, (12) İsra ve Mirac olayı gibi Peygamberimizin pek çok mucizesi vardır.
Peygamberimizin en büyük ve daimi mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Ruhları okşayan, gönüllere huzur veren okunuşu, sayısız hikmetlerle dolu yüksek anlamı, insanlığın mutluluğu için getirdiği ölmez prensipler ve bütün çağlara ışık tutan ilmî gerçekleri ile Kur’an-ı Kerim eşsiz bir mucizedir.

AHİRET GÜNÜNE İMAN

Ahiret Günü Ne Demektir
İmanın şartlarından beşincisi “Âhiret Gününe İnanmaktır.” İnsanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi, üzerinde yaşadığımız dünyanın ve bütün evrenin de bir gün sonu gelecektir. Allah’ın takdir ettiği zaman gelince görevli melek İsrafil, “Sûr” denilen bir şeye üfürecek ve bundan çıkacak çok müthiş bir sesin tesiri ile (Allah’ın diledikleri dışında) bütün canlılar ölecek, yer ve göklerin düzeni bozularak kâinat yeni bir şekil alacaktır.
Kıyamet denilen bu olaydan bir süre geçtikten sonra Allah’ın emriyle İsrafil, Sûr’a ikinci defa üfürecek ve bütün canlılar yeniden dirilerek “Mahşer” denilen toplanma yerine çağrılacaktır. Burada herkes Allah’ın huzuruna çıkarılacak ve dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir.
İnsan, dünyada ne ekmiş ise ahirette onu biçecek, İlâhî adalet yerini bulacak ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.

Ölüm
Her insanın dünyada yaşayacağı belirli bir süre vardır. Bu süre bitince insan ölür. İnsan, beden ve rûhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimize canlılık ve hareket veren ruhtur. Allah’ın takdir ettiği zaman gelince ruh bedenden ayrılır. Ruhun bedenden ayrılması olayına “ölüm” denir. Ölüm, her insan için takdir edilmiştir. Bundan
kurtuluş yoktur.
Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildiriliyor:
“Her canlı ölümü tadacaktır.” (12/a)
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir.” (13)
Ölüm, yok olmak demek değildir. Geçici olan dünya hayatından sonsuz olan ahiret hayatına geçiştir. Allah’a karşı görevini yapanlar için ölüm, daha yüksek hayata kavuşmak için açılan bir kapıdır.

Kabir
İnsanın ölümünden, kıyamet günü yeniden dirilmesine kadar geçecek olan zamana “kabir hayatı”; bu zaman içinde bulunacağı yere de “kabir” denir. İnsan ölünce bedeni çürür, toprağa karışır, fakat bedenden ayrılan rûhu ölmez. İnsan kabire konulunca Münker ve Nekir adındaki melekler tarafından sorguya çekilir. Sorulara doğru cevap verenler için kabir, bir istirahat yeri; cevap veremeyenler için ise azâp yeri olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz kabrin durumunu şöyle açıklıyor:
“Kabir (kişinin dünyadaki iş ve davranışlarına göre) ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (14)

Kıyamet
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah’ın takdir ettiği zaman gelince, dört büyük melekten biri olan İsrafil’in “Sûr” denilen bir şeye üfürmesi ile çok korkunç bir ses meydana gelecek, bu sesin etkisi ile bütün canlılar ölecek, kâinatta önemli değişiklikler olacaktır.
Kâinatın bugünkü düzeni bozulacak, yer ve gökler başka şekil alacaktır.
İşte bu büyük olaya “kıyamet” denilmektedir. Kıyametin ne zaman kopacağını yalnız Allah bilir.

Hesap, Mükâfat, Ceza, Cennet, Cehennem
Yapılan iyiliğe verilen karşılık “mükâfat”; işlenen kötülüğün karşılığı da “ceza”dır.
İnsanlar bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmiş, yapmakla yükümlü oldukları görevler kendilerine bildirilmiştir.
Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği şeylerden sakınan ve insanlara iyilik yapanlar imtihanı kazanmış olacak ve karşılığında kendilerine büyük mükâfat verilecektir. Herkes dünyada yaptığının karşılığını ahirette eksiksiz olarak görecektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü doğru teraziler kurarız: hiç bir kimse, hiç bir haksızlığa uğratılmaz.” (15)
“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (16)
Cennet mü’minler için hazırlanmış mükâfat yeridir.
Cennette, bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç bir insanın hayalinden geçmeyen nimetler vardır.
Cennet, insanın kalbinden geçen ve hoşuna giden her şeyi devamlı olarak bulacağı eşsiz güzeliklerle dolu bir yerdir.
Orada her şey insanın gönlüne göredir, neyi arzu ederse anında yanında hazır olacaktır.
Cennette, hastalık, korku ve üzüntü yoktur. Orada insan hep genç yaşta kalacak, ihtiyarlamayacaktır. Cennette hayat sonsuzdur. Ölüm yoktur. Oraya giren bir daha çıkmayacak, zevk ve safa içinde sonsuza kadar devam edecektir.
Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyuruluyor:
“İman edip iyi, yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır; onlar orada ebedî kalacaklardır.” (17)
“Orada onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da var.” (18)
Allah’a karşı görevlerini yapmayan, haramlardan sakınmayan ve insanlara kötülük edenler bu davranışlarının karşılığı olarak cehennemde cezalandırılacaktır.
Cehennem, iman etmeyenler ile inandığı halde günah işleyenlerin ahirette ateşle cezalandırılacakları yerdir.
İnandığı halde, Allah’ın emirlerine uygun hareket etmeyen, dini görevlerini yerine getirmeyenler, belirli bir süre cehennemde kalıp cezalarını çektikten sonra çıkacak ve cennete gireceklerdir. Kâfirler ve münafıklar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır.
Kur’an-ı Kerim’de kâfir ve münafıkların durumu şöyle bildiriliyor:
“İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (19)
“Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın.” (20)

Ahiret Gününe İnanmanın Faydaları
Âhiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Âhirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah’ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükâfat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlâk ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplumda hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir.
Âhirete inancı olmayanlar, ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah’ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber veriliyor:
“Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der.” (21)
Âhiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır.
Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zâlimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, iyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Âhiret gününde ilâhi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin müfkâfatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz:
– Ömrünü nerede geçirdiğinden,
– Vücudunu nerede yıprattığından,
– Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
– Bildiği ile ne amel ettiğinden” (22)
Yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana “Ahiret Günü” denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.

KADERE İMAN

Kader ve Kaza Ne Demektir
İmanın şartlarından altıncısı, kader ve kazaya, ister iyi, ister kötü, her şeyin Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.
Kâinatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını, henüz onlar olmadan Allah’ın ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Allah’ın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına kaza denir.
Kaderi bir plâna benzetirsek, Kaza da plâna uygun olarak o şeyin yapılmasıdır. Kâinatta meydana gelen her şey, Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratması iledir. O’ndan başka yaratıcı yoktur.
Kader ve Kazaya iman etmek, her şeyin Allah tarafından belirlenmesine ve zamanı gelince belirlendiği gibi yine Allah tarafından yaratılmasına inanmak demektir.

İnsanın Sorumluluğu
İnsanın işleri iki kısımdır:
Birincisi, kendi isteği dışında olan işlerdir. Bir hastalıktan dolayı elinin titremesi, kalbinin çalışması, boyunun kısa veya uzun olması gibi. Bunlar doğrudan doğruya Allah’ın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumlu değildir.
İkincisi, insanın isteğine bağlı olarak meydana gelen işlerdir. İnsanın oturup kalkması,yürümesi, elleri ve diğer organları ile yaptığı işler kendi isteğine göre Allah’ın yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumludur.
Her şeyi takdir eden ve yaratan Allah’tır. Ancak, tasarladığı herhangi bir işi yapıp yapmamakta Allah insana bir irade, yani seçme hürriyeti vermiştir. İnsan bu irade ile iyilik etmeyi seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah, iyiliği yaratır. Eğer insan kötülük yapmayı seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah kötülüğü yaratır.
Görülüyor ki, insan neyi yapmak isterse Allah onu yaratır. “Hayır ve şer Allah’tandır. Yâni iyilik ve kötülük Allah’ın yaratması iledir.” sözünün anlamı budur.
İnsanın yaptığı işlerden sorumlu tutulmasının sebebi, işte bu seçme hürriyetine sahip olması ve gücünü tercih ettiği şeyi yapmak için kullanmasıdır. Bunun içindir ki her insan iradesi ile yaptığı işlerden sorumludur. Hayır işlemiş ise, mükâfatını, kötülük yapmışsa cezasını görecektir.

Kadere İnanmanın Faydaları
İnsan kendi isteği ile yaptığı işlerden sorumlu tutulacağını bildiği için seçme hürriyetini iyi işlere kullanır. Cezayı gerektiren işlerden sakınır. Böylece kader inancı, kişiye sorumluluk duygusu kazandırır.
Kadere inanan bir kimse çalışmalarında başarılı olamadığı veya bir felâketle karşılaştığı durumlarda karamsarlığa düşmez, morali bozulmaz. Çünkü, Allah’ın her işinde bir gaye ve hikmet olduğunu, insanın sınırlı güce sahip bir varlık olarak yaratıldığını, gücünün yetmeyeceği işlerden sorumlu olmayacağını bilir ve Allah’ın takdirine boyun eğer, ona sığınır. Bu inanç, insana rahatlık verir, üzüntüsünü giderir.
Kader inancı bize, kâinatta her şeyin bir plân dahilinde ve bir gayeye yönelik olarak varedildiğini, her şeyin bir sebebi olduğunu öğretir.
Bu inançla insan hayatta başarıya ulaşmanın yollarını ve sebeplerini araştırarak üzerine düşen görevleri yerine getirmeye çalışır.

İslâm’da Tevekkül Anlayışı ve Çalışmanın Önemi
Tevekkül, yapacağımız herhangi bir iş için bütün gücümüzle çalışıp elimizden geleni yaptıktan sonra, sonucu Allah’tan beklemektir.
Bunu bir misal ile açıklayalım:
Tarlasından iyi bir ürün almak isteyen bir çiftçi; önce tarlayı güzelce sürüp tohumu eker, gübresini atar, gerekirse sulamasını da yapar. Ekinin zararlılardan korunması için her türlü tedbiri de aldıktan sonra gerisini Allah’a bırakır, O’na güvenir. Çünkü çiftçi, elinden geleni yapmıştır. Artık ekinin büyümesi ve ürün vermesi için Allah’a güvenecek, sonucu O’ndan bekleyecektir. Gerçek tevekkül budur.
Yoksa hiç çalışmadan bir işin oluvermesini istemek, kendinin yapması gereken şeyleri Allah’tan beklemek, tevekkül değildir. Müslümana yakışmayan yanlış bir düşüncedir.
Devesini dışarda bağlamayıp salıveren ve Allah’a tevekkül ettim diyen bir kişiye Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Önce deveni bağla, sonra tevekkül et.” (23) Peygamberimizin bu sözünden anlaşılıyor ki müslüman önce elinden geleni yapacak, sonra Allah’a tevekkül edecektir.
Namaz kılmak, oruç tutmak nasıl dinî bir görev ise, geçimini sağlamak için çalışıp kazanmak da ibadet değeri taşıyan bir görevdir.
Yüce Allah:
“Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından nasibinizi arayın.” (24) buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de:
Helâl kazanç aramanın farz olduğunu bildirmiştir. (25) Hz. Ömer şöyle demiştir: “Hiç biriniz rızkını aramaktan vazgeçip Allah’ım bana rızık ver demesin, biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar ne de gümüş.” (26)
Görülüyor ki, çalışmak dinimizin emri, müslümanın görevidir. Bir işi başarmak için önce elimizden geleni yapacağız, bütün gücümüzle çalışacağız. Sonra bizi başarıya ulaştırmasını Allah’tan bekleyeceğiz, O’na güveneceğiz.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Hakikaten insan için çalıştığından başkası yoktur” (27) buyurarak çalışmanın önemini bildirmiştir.
Peygamberimiz de: “Kişinin yediği en hayırlı yemek, elinin emeği ile kazandığı yemektir. Allah’ın Peygamberi Davut (a.s.)’da elinin emeği ile geçinirdi.” (28) buyurmuştur.
Dinimiz, çalışmaya büyük önem vermiş, helâl kazanç sağlamak için çalışmayı ibadet olarak değerlendirmiştir.
Çalışan insan hayırlı insandır. Çünkü, insan çalışmakla hem kendisine, hem ailesine, hem de milletine yararlı olur.
Peygamber Efendimiz: “İnsanların hayırlısı, insanlara yararlı olandır.” (29) buyurarak bu gerçeği açıklamıştır.
Müslüman hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmalı, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için hazırlık yapmalıdır.
Peygamberimiz, daima çalışmayı tavsiye etmiş “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.” (30) buyurarak müslümanların her gün daha ileri gitmesini istemiştir.
Sevgili Peygamberimiz şu mübarek sözü ile bize dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermiştir. Buyuruyor ki:
“Sizin hayırlınız; dünyası için ahiretini terketmeyen, ahireti için de dünyasını terketmeyip her ikisi için çalışan ve insanlara yük olmayandır.” (31)
O halde müslüman hem dünya, hem de ahiret için çalışacak, her gün daha ileri gidecektir. Dinimizin emri budur.

Dipnotlar:

(1) Al-i İmran sûresi, 19.
(2) Al-i İmran sûresi, 85.
(3) Bakara sûresi, 163.
(4) İhlas sûresi, 1-4
(5) İbrahim sûresi, 34
(6) İbnü’l- Cevzi Sîretu Ömer b. Abdi’l-Aziz, s. 5
(7) Câmiu’s-Sâğir “İnne” Maddesi
(8) Hicr sûresi, 9.
(9) et-Terğib ve’t-Terhib c. II, s. 342 vd.
(10) Ahzab sûresi, 40.
(11) A’raf sûresi, 158.
(11/a) Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifa, c. II, s. 339
(12) Buharî, Gazvetü’l-Hendek.
(12/a) Al-i İmran sûresi, 185.
(13) Nisâ sûresi, 78.
(14) Keşfu’l-Hafa, c. II, s. 90.
(15) Enbiya sûresi, 47.
(16) Zilzal sûresi, 7-8.
(17) Bakara sûresi, 82.
(18) Kaf sûresi, 35.
(19) Bakara sûresi, 39.
(20) Nisa sûresi, 145.
(21) Mu’minûn sûresi, 100.
(22) et-Terğib ve’t-Terhib c. II, s.125.
(23) Keşfu’l-Hafa, c. I, s. 144
(24) Cuma sûresi, 10.
(25) Keşfu’l-Hafa c. III, s. 46.
(26) Şerhu Ayni’l-İlm, c. II, s. 182.
(27) Necm sûresi, 39.
(28) Riyazü’s-Salihin, c.I, s. 569.
(29) 250 Hadis, s. 121.
(30) Keşfu’l-Hafa, c. II, s. 233.
(31) Keşfu’l-Hafa, c. I, s. 393.


Bir önceki yazımda « makalem var.
admin

Doğru, Güzel ve Adil olan her şeyi sever, efendiliğe bayılır. Yalandan dolandan ikiyüzlülükten nefret eder.

ETİKETLER :

Yorumlar



Bir Yorum Yazmak İstermisiniz ?